MİRASÇIDAN MAL KAÇIRMA (NİSBİ MUVAZAA)
Muvazaa’nın bir türü olan nisbi muvazaa ve nisbi muvazaaya örnek olabilecek muris muvazaası üzerinde kısaca durulacaktır.
Kimi zaman baba veya annenin çocuklarından birisine farklı nedenlerde taşınmaz devrettikleri, ya da üçüncü kişiye satış gösterip, üçüncü kişiden de tekrar çocuklarına devir ettirdiklerine rastlanır (Miras bırakanın, mirastan mal kaçırma yoluna başvurmasının çeşitli sebepleri olabilir. Miras bırakan ölümünden hemen önce yanında yaşadığı kişilerin baskısı altında kalmış olabilir. Hasta veya yaşlı olması sebebiyle bu baskılara karşı koyamamış olabilir. Miras bırakan erkeklerin daha fazla miras almasını istiyor olabilir, bu sebeple mirastan mal kaçırma yolu ile erkek mirasçılarını kayırabilir. Miras bırakan birden fazla defa evlendiyse, son eşi kendisine daha fazla miras bırakılması yolunda baskı yapabilir. Bu sebepleri sınırlamak mümkün değildir, daha bir çok sebep bulunabilir. Genelde köy ve kasabalarda kız çocuklarına mirastan pay vermemek için miras bırakan, erkek çocuğu ile anlaşarak gerçekte bağışlamak istediği malını, tapuda satış yapıyormuşçasına göstermek suretiyle devretmektedir. Veya eşinin ölümü yada boşanma sebebiyle yeniden evlenen erkek, önceki eşinden olma çocuklarını sonraki eşin baskısıyla mirastan mahrum etmek maksadıyla son eşinden olma çocuklarına yine tapuda yaptığı hileli işlemlerle devredebilmektedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.). Bu durumlar çok açık muvazaa, nisbi muvazaa, muris muvazaası örnekleridir. Her iki halde de murisin ölümünden sonra işlemler iptal edilecektir. Çünkü tarafların gerçek iradeleri bağıştır. Görünürdeki işlem gerçek iradelerini yansıtmadığından görünürdeki işlem geçersizdir, batıldır. Gizli işlem de kanunun ön gördüğü şekil şartlarını havi olmadığından geçersizdir. Bunun yerine bağış yapılmış, gerçek irade tam tezahür etmiş olsaydı, iptal söz konusu olmayacaktı. Bu durumda sadece tenkis söz konusu olabilirdi. Tenkis ise saklı payı olan mirasçının murisin vefatından sonra bir yıl içinde isteyebileceği bir hak olup, bir yıl geçince istenememektedir. Çocuklar için saklı pay ½ olduğundan dava açıldığında bağışlananın yarısının tekrar murise dönmesi tenkiste mümkün olabilecek, geri dönen bu paydan da kendisine mal bağışlanan ayrıca miras payını alabilecekti. Tenkiste dava açma süresi bir yıl iken, muvazaada süre söz konusu da bulunmamaktadır.
Uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi ( mevsuf-vasıflı ) muvazaa türüdür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ( 6098 sayılı Türk Borçlar Yasasının 237 ) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Muvazaa kısaca irade ile beyan arasındaki farktır. Hukukta muvazaa, bir hukuki ilişkinin taraflarının, üçüncü kişileri aldatmak amacıyla, gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak konusunda yaptıkları gizli anlaşma. Arapça kökenli bir sözcük olan muvazaa “danışıklık” anlamına gelir. Örneğin borcuna karşılık evini kaybetmesi riski olan birinin evini bir tanıdığına satmış gibi göstermesi “muvazaalı satış” (danışıklı satış) olarak adlandırılır.
Muvazaayı Mutlak muvazaa ve Nisbi muvazaa olarak ikiye ayırmak mümkündür. Birincisi, Kişilerin gerçekte yapmak istemedikleri bir işlemi üçüncü kişileri aldatmak amacıyla yapmış gibi görünürlerse mutlak muvazaa hali ortaya çıkar. Bu halde mutlak muvazaada tarafların gizledikleri bir işlem mevcut değildir. Yalnızca gerçekte tarafların yaptıkları işlemin geçerli olmayacağına dair aralarındaki muvazaa anlaşması mevcuttur. Buna örnek, bir borçlunun icra takibinden kurtulmak / kaçmak için bir malını arkadaşına satmış gibi işlem yapması. Ya da kiracısını tahliye etmek için mal sahibinin dairesini satması buna örnek teşkil edebilir.
Nisbi muvazaa ise: muvazaanın üç öğesi de bulunur. Burada, taraflar aralarında yaptıkları bir anlaşmayı gerçek iradelerine uymayan görünüşteki başka bir anlaşmayla gizlemek isterler. Buna sözleşmenin niteliğinde muvazaa denir. Önalım hakkını engellemek için hisseli taşınmaz alımlarında bedelin yüksek gösterilmesi, ya da satış yerine hibe (bağış) işlemi yapılması buna örnek teşkil etmektedir. Ayrıca kişide muvazaa olarak adlandırılan, gerçekte sözleşmede taraf olan üçüncü bir kişinin gizlenmesi amacıyla diğer bir kişinin taraf olarak gösterilmesi hali de nisbî muvazaa örneklerindendir. Bu son durumu dolaylı temsilden ayıran, muvazaalı işleme taraf olan kişilerin durumdan haberdar olması, bu durumu üçüncü kişileri aldatmak kasdıyla bilinçle yaratmış olmalarıdır.
Dolaylı temsile benzeyen ya da dolaylı temsil yetkisi içeren inançlı işlemlerle muvazaalı işlem karşılaştırılabilir. Taraflardan birinin (inanan) diğerine (inanılan), sahibi olduğu bir hakkın tam hak sahipliğini devretme ya da inanılanın bir hakkı üçüncü kişiden inanan için kazanma yetkisi tanıdığı; inanılanın da bu hakkı aralarında kararlaştırılan sınırlamaya uygun biçimde kullanıp günü geldiğinde inanana iade etme yükümlülüğü üstlendiği işleme inançlı işlem denilmektedir. İnançlı işlemde, inananla inanılan arasında inanç konusu üzerinde bir inanç anlaşması bulunmaktadır. İnançlı işlemin muvazaa anlaşması ile karşılaştırılabilir öğesi olan inanç anlaşması tarafların ciddî niyetle bir işlem gerçekleştirme isteklerine yer verdiği için inançlı işlemler geçerlidir.
Nisbi muvazaa örneği olarak muris muvazaasında da bağışlama söz konusu olduğu halde, mirasçıların ileride hak talep etmelerine engel olmak amacıyla, dış görünüşüyle satış sözleşmesi yapılmaktadır. Muvazaa çeşitlerini ayıran unsur gizli işlemdir. Şayet muvazaalı işlemde gizli işlem mevcutsa “nisbi muvazaa” taraflar arasında herhangi bir gizli işlem mevcut değilse “mutlak muvazaa” söz konusu olmaktadır. Muvazaanın unurları görünürdeki işlem, muvazaa anlaşması ve aldatma kastıdır. Nisbi muvazaada ilave olarak birde gizli işlem vardır.
Muvazaa ve yaptırımı hukukumuzda T.B.K.’da yer almıştır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun ise 19. maddesinde yer alan “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya 9 gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” Hükmü pozitif hukukta uygulanacak tek hükümdür. Yargıtay Uygulamaları ile de bir sistem kazanmıştır. Hukukumuz tarafların gerçek iradelerinin esas alınması temel almaktadır.
Mirastan mal kaçırmaya dayalı tapu iptal ve tescil davasını, saklı paylı olsun veya olmasın dava açmakta hukuki yararı bulunan, bir başka ifadeyle miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar açabilir. Bu davayı yasal mirasçılar ve iradi mirasçıların yanı sıra evlatlıklar da açabilir. Mirası reddeden, mirastan feragat eden ve kanunen geçerli bir şekilde çıkarılan kişiler bu davayı açma hakkına sahip değildir.
Mirastan mal kaçırma iddiası ile açılan muris muvazaası davasında miras bırakanın gerçek iradesi araştırılır. Bu durumda hakim belirli ölçütlerden faydalanır. Bunlar: Miras bırakanın ve miras bıraktığı kişinin mali durumları(Taşınması gerçekten alabilecek mali gücünün olup olmadığı) Yörenin gelenek-görenekleri, örf ve adeti (örneğin kızların mirastan pay almayacaklarına veya daha düşük pay almalarına ilişkin görüşler) Satış bedeli ve gerçek bedel arası fark gibi ölçütlerdir. Mirasçılar sadece yazılı delillerle sınırlı olmayıp, her tür delile başvurabilirler. Tapu kayıtları, tanıklar, bilirkişi incelemeleri, banka hesapları, vergi makbuzları, elektrik, su, doğalgaz faturaları, ve bunlara benzer yukarıda da bahsedilen ölçütlere ilişkin başkaca deliller de gösterilebilir.
Muris muvazaası davaları, TBK 19 ile temel dayanağını Yargıtay 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’ ndan almaktadır. Bu karara göre, yasal mirasçılar, murisin, mirasçılarından mal kaçırmak için, sağlığında yaptığı muvazaalı işlemin geçersizliğine dayanarak tapu iptal ve tescil davası açma hakkına sahiptir.
“Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicillinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halide, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılarının, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu`nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanun`un 507. ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1.4.1974 günlü ikinci toplantısında oyçokluğuyla karar verildi.” (Yargıtay 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı)
“Muris muvazaası ile ilgili uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün sair bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tesbiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru biçimde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun içerisinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.”(Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2005/9199 E, 2005/9804 K, 19.09.2005 T)
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin yukarıdaki kararında, muvazaanın kanıtlanmasına dair bazı kıstaslar belirlenmiştir. Bu karar ve genel uygulamada da, muris muvazaası davalarında, murisin, görünüşte satış işlemini gerçekleştirdiği dönemde bu satışı yapma ihtiyacı olup olmadığı, yine satışın diğer tarafının, işleme konu taşınmazı alım gücünün bulunup bulunmadığı gibi durumlar değerlendirilmekte ve yine tarafların gerçek iradelerine ve işlemin muvazaalı olduğuna dair görgü tanıklarının beyanları davada etkili olmaktadır. Kural olarak muvazaa, her türlü delille kanıtlanabilir.
Konu ile ilgili Yüksek Yargı Kararları da yazımıza eklenmektedir.
KONU İLE İLGİLİ YARGITAY KARARLARI:
Hukuk Genel Kurulu – 2006/734E – 2006/761K
müstear diye bir kurumda yoktur. Nam-ı müstear denince; 1-Muvazaa, 2-İnançlı muamele, 3-Temsil anlaşılmaktadır. Yani nam-ı müstear bu üç kurumu kapsayan genel bir terimdir. Şu halde nam-ı müstearın unsurları araştırılırken her şeyden önce söz konusu kurumun muvazaamı, inançlı işlemmi, yoksa temsilmi olduğunu saptama zorunluluğu vardır. (S. Olgaç, BK. şerhi, 1976 Baskı cilt1, sh. 188, dip not: 56) Muvazaanın yasal dayanağı BK.nun 18. maddesi oluşturmaktadır. Bu maddede düzenlenen nispi
Bulunan Kelime : 113Görüntülenme Sayısı : 1674Tıklanılma Sayısı : 217Beğenilme Sayısı : 1Hızlı Erişim Sayısı : 3İndirilme Sayısı : 56
Hukuk Genel Kurulu 2006/1-734 E. , 2006/761 K.
•
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Uşak 1.Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 28/09/2006
NUMARASI : 2006/200 E- 247 K.
Taraflar arasındaki “muvazaa nedenine dayalı tapu iptali ve tescil“ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Uşak Asliye 1.Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 15.12.2005 gün ve 2005/92-435 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 29.03.2006 gün ve 2006/1243-3223 sayılı ilamı ile; (…Dava, Muris Muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmazsa tenkis isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; dava konusu .ada ., .ada ., . ada .ve . ada parsel sayılı taşınmazların Uşak Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 26.05.2000 tarih 1099-1039, 1100-1040, 1101-1041 sayılı kararlarıyla hükmen davalılar adına tescil edildiği anlaşılmaktadır.
Davacı, anılan işleme dayalı intikalin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, eldeki davayı açmıştır.
Olayda uygulama yeri olduğu ileri sürülen 01.04.1974 tarih ve 1/2 Sayılı İnançları Birleştirme Kararının sonuç bölümünde “bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde” sözcüklerine yer verilmiştir.
Eldeki davada ise, taşınmazın intikalinin miras bırakanın işlemine dayalı bulunmadığı açıktır.
İnançları Birleştirme Kararları sonuçları bakımından bağlayıcı olup, kapsamlarının genişletilmesi de olanaksızdır. Öyle ise, davada sözkonusu İnançları Birleştirme Kararının uygulama yeri yoktur. Diğer taraftan olayda tenkis koşullarının bulunmadığı da açıktır.
Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir…) gerekçesiyle bozularak dosya geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davlılar vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava muvazaa nedeniyle tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı vekili, davalılar ile Muris arasında harici satışa dayalı olarak açılan Sulh Hukuk Mahkemesinin 2000/1099, 1100 ve 1101 E. sayılı dosyalarından verilen tescil kararı ile dava konusu .. ada.. parsel, .. ada .. parsel, .. ada ..parsel.. ada ..parsel sayılı taşınmazların davalılar adına ayrı ayrı tescil edildiğini, tapu malikinin tüm malvarlığının üç mirasçısına verip davacıya hiç birşey bırakmaması ve bakıma muhtaç duruma düşmesinin beklenemeyeceğini bu nedenle burada bir satış değil mal kaçırma iradesi olduğunu ileri sürerek Muris Muvazaası nedeniyle taşınmazların davalılar üzerindeki kayıtlarının iptali ile veraset belgesindeki hisseleri oranında mirasçıları adına tesciline, olmadığı taktirde tenkis hükümlerinin uygulanmasını ve tenkis edilen miktarın yasal faizi ile tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili davanın reddini savunmuştur.
Yerel Mahkeme; murisin gerçek iradesinin satış değil bağış olduğu, satış işleminin iradeye uygun olmaması, bağış işleminin de yasal şekle uygun olarak yapılmaması nedeniyle geçersiz olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, karar vermiş; davalılar vekilince temyiz edilen karar Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuştur.
Dava muvazaa nedeniyle tapu iptali ve tescil istemine ilişkin olup Hukuk Genel Kurulunun önüne gelen uyuşmazlık Muris muvazaasını düzenleyen 01.04.1974 gün ve 1974/1-2 Sayılı İçtihatları Birleştirme Kararının sonuç kısmında belirtilen (“Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanununun 18.maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilirler.” hükmünün yorumundan kaynaklanmaktadır.
Yerel mahkeme olayda 01.04.1974 gün ve 1974/1-2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabileceğini kabul etmekte, Özel Daire ise murisin doğrudan doğruya tapu memuru önünde irade beyanı olmadığından söz konusu İçtihadı Birleştirme Kararının davada uygulanma olanağının bulunmadığını söylemektedir.
4721 Sayılı Türk Medeni Yasasının 1.maddesine göre “Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır”, yine aynı maddeye göre “Hakim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.”Kanunun yasada belirtilen biçimde özüyle de uygulanabilmesi için hakim tarafından yorumlanması gerekmektedir. Bu husus hem yargısal kararlarda, hem de bilimsel görüşlerde kabul gören bir uygulamadır. 04.02.1959 gün ve 1957/14 E. 1959/6 K. Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde bu husus (“Kanun hükümlerinin sadece kanunun lafzına göre değil, fakat hem lafzına ve hem de ruhuna göre tefsir edilmesi ve kanunun yalnız lafzına dayanılarak hükümlerin konuluş maksatlarına aykırı neticelere varılmasına meydan bırakılmaması, bugünkü hukuk ilminin ve tatbikatının ana kaidelerindendir.”) denilmek suretiyle açıklanmış olup keza aynı husus 27.3.1957 gün ve 1957/1 E. 1957/3 K Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde de belirtilmiştir.
Diğer taraftan H.G.K. 20.02.1963 gün ve 4/71-21 Sayılı kararında da belirtildiği gibi “Bir konunun İçtihadı Birleştirme Kararı ile aydınlanması, ameli sonuç bakımından, o konuda yeni bir yasa çıkarılması anlamına gelmektedir”. Nasıl ki yasa hükümleri uygulanırken tefsirleri ve asıl amaçlarının belirlenmesi gerekmekte ise yine yasa hükmünde olan İçtihadı Birleştirme Kararlarının da tefsiri mümkün olup bu durum sonuçları ile bağlayıcı olan İçtihadı Birleştirme Kararlarının genişletilmesi veya değiştirilmesi anlamına gelmemektedir. Bu nedenle İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde Muris muvazaasının oluşabilmesi için taşınmazın tapu sicillinde kayıtlı olması yanında murisin tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olması koşulunun ne anlama geldiğinin saptanması gerekmektedir. Buradaki kastedilen irade açıklaması murisin bizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması değil, her ne biçimde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olmasıdır, yani iradenin hangi vasıta ile değil, hangi amaçla tapu memuru önüne geldiği önemlidir.
Sonuçta murisin iradesi tapudaki devir işlemine dayanak teşkil ettiğine ve açıklanan bu iradenin gerçek irade olmayıp mirasçıdan mal kaçırmak amacını güttüğü iddia edildiğine göre Muris Muvazaası nedenine dayanılarak açılan davanın dinlenmesi gerekir.
Somut olaya gelince; eldeki davanın davalısı tarafından müşterek murisleri aleyhine tapuda kayıtlı taşınmazın haricen satıldığı iddiası ile nizalı taşınmazla ilgili olarak tapu iptal ve tescil davası açılmış, Muris ilk celsede davayı kabul etmiş, karar temyiz edilmeksizin kesinleştirilmiş ve tapuda Muris adına olan kayıt iptal edilip davalılar adına tescil edilmiştir. Murisin ölümünden sonra da davacı tarafından Muris muvazaasına dayalı bu dava açılmıştır.
Bilindiği gibi, tapulu taşınmazların haricen satışları geçersiz olup harici satışa dayanılarak açılan davaların kanuna karşı hile nedeni ile reddedilmesi gerekir, ancak mahkemece istem kabul edilerek karar verilmiş ve kesinleşmiş ise bu kararın davanın tarafları açısından yasal sonuçlarının ortadan kaldırılması mümkün değildir. Kanun yararına temyiz edilip bozulsa bile davanın taraflarının hukuki durumu etkilenmeyecektir.
Öte yandan, eldeki davanın davacısının o davaya müdahale etmesi, taraf olması ve bir hak talebinde bulunması da mümkün değildir, çünkü Muris o tarihte sağdır ve davacının bu kararda ihlal edildiği iddia edilen miras hakkı terekenin açılması ile birlikte doğmuştur. Ancak kesinleşen mahkeme kararında eldeki davanın davacısı taraf olmadığından ve murisin halefi olarak değil, kendi miras hakkına dayanarak dava açmış bulunduğundan davacı yönünden kesin hükümden bahsedilmesi de mümkün değildir.
Ayrıca, şu hususu da belirtmek gerekir ki murisin tapu memuru önünde oluşturmayıp da yukarıda verilen örneklerde olduğu gibi herhangi bir biçimde dışarıda oluşturup tapu memuru önüne gelen iradesi sonucu gerçekleştirilen taşınmaz devirlerinde Muris muvazaasının incelenemeyeceği görüşü kabul edildiği taktirde bu uygulamanın yaygınlaşacağı ve Türk Medeni Yasasının miras hükümlerinin bertaraf edilebileceği de gözden uzak tutulmamalıdır. Diğer taraftan, tescile dayanak yapılan mahkeme kararı murisin kabul beyanına göre oluşturulmuş olup açıklanan bu iradenin murisin gerçek iradesi olup olmadığı o davada araştırılmamıştır. Gerçek iradenin satış mı bağış mı olduğu hususu ancak eldeki bu davada inceleme konusu yapılabilecektir. Mahkeme kararı, murisin tapudaki satışa yansıyan iradesinde, varsa, mevcut olan sakatlığı gideren bir karar olmayıp sadece davanın kabulü şeklinde açıklanan iradeyi belirleyen bir karardır. Davacı kanuna karşı hile kullanılarak Muris muvazaasına başvurulduğu iddiası ile bu davayı açmış olup muvazaanın bir unsuru olarak kanuna karşı hile incelemesi de bu dava içerisinde yapılacaktır.
Sonuç olarak; davaya konu olan taşınmazın tapuda davalı adına devrinin dayanağının davalı ile Muris arasında düzenlendiği savunulan harici satış sözleşmesi olduğu, harici satışa yansıyan Muris iradesinin kanuna karşı hile kullanılarak oluşturulan bir mahkeme kararı biçiminde tapudaki resmi işleme yansımasının 01.04.1974 gün ve 1974/1-2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanmasına engel olmadığı, kanuna karşı hile iddiasının da bu dava içerisinde muvazaa iddiası ile birlikte değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varıldığından Yerel Mahkemece direnme kararı verilmesi usul ve yasaya uygundur.
Ne var ki, Özel Dairece işin esasına yönelik temyiz itirazları bozma nedenine göre incelenmemiş olup, dosyanın temyiz itirazlarının incelenmesi için Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
S O N U Ç :Yukarıda açıklanan nedenlerle, direnme uygun bulunduğundan dosyanın işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için 1.HUKUK DAİRESİNE gönderilmesine, 29.11.2006 gününde ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dava, Muris Muvazaası hukuksal sebebine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı L. D.., murisleri Ü..’ın sağlığında dört parça taşınmazını mirasçı olan diğer davalılara haricen sattığını, davalıların bu harici satınalmaya dayanarak temliken tescil davası açtıklarını, murisin açılan davayı kabul ettiğini, mahkemece bu kabul beyanına değer verilerek davalılar adına tescile karar verildiğini, böylece murisin bu muvazaalı (danışıklı) kabulü nedeniyle davalılar adına sicil oluştuğunu ileri sürmüş davalılar adına olan kaydın iptal ve mirasçılar adına payları oranında tescilini istemiştir.
Mahkemece, murisin gerçek amacının satış değil bağış olduğu gerekçe gösterilerek davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dairece, taşınmazın intikalinin miras bırakanın işlemine dayalı bulunmadığından olayda Muris muvazaasını düzenleyen 01.04.1974 tarih ½ Sayılı İnançları Birleştirme Kararının uygulama yeri bulunmadığına değinilmiştir.
Yerel mahkeme ile daire arasındaki uyuşmazlık ileri sürülen iddianın Muris Muvazaası sayılıp sayılmayacağı noktasında toplanmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Borçlar Kanununun 18.maddesinde deyimini bulan muvazaa (…tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla ve fakat kendi iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır…) şeklinde tanımlanabilir. (YHGK., 01.03.2000 tarih 1/6 sayılı kararı) Borçlar Kanununun 18.maddesinden kaynaklanan ve dayanağını 01.04.1974 gün ve ½ Sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararından alan Muris Muvazaası niteliği itibariyle nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak, mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bilindiği gibi inançları birleştirme kararları konuları ile sınırlı, gerekçeleri ile açıklayıcı, sonuçları itibariyle bağlayıcıdır.
01.04.1974 tarih ½ Sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı “bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazı hakkında, tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde…” muvazaa olgusunun gerçekleşeceğine yer verilmiş, yeniden gündeme getirilen bu inançları birleştirme kararının değiştirilmesine gerek bulunmadığına da karar verilmiştir. (YİBK., 16.03.1990 tarih 1989/1 esas, 1990/2 kararı)
Sözü edilen inançları birleştirme kararı incelendiğinde iki ana unsur göze çarpmaktadır. Birincisi taşınmazın bizzat Muris adına tapuda kayıtlı olması, ikincisi bu işlemin tapu sicil memuru önünde yapılmasıdır. Bunun nedeni yine kanundan kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26.maddesine göre taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması, resmi şekilde düzenlenmiş olmasına bağlıdır. Yasada sözü edilen resmi şekilden amaç tapu sicil memuru önünde yapılan resmi işlemdir. Yasa bu işlemlerin yapılmasında tapu sicilini yetkili kılmıştır. Başka bir mercii ve makam önünde yapılan işlemlere geçerlilik tanımamıştır. Bu içtihadın amacı tapuda yapılan muvazaalı satışları ve devirleri önlemektir. Tapu sicili dışında başka bir merci önünde satış yapılamıyacağı için sözü edilen içtihadın satışı tapu memuru önündeki işlemle sınırlaması çok tabiidir. Tapu dışındaki intikal işlemleri bu içtihadın konusu değildir.
Somut olay incelendiğinde orada da iki unsur dikkati çekmektedir. İlki harici satış, diğeri mahkeme kararına dayalı tescil. Ancak, somut olay unsurları itibariyle içtihadın kapsamına girmemektedir. Harici satışlar esasen geçersiz olup harici satışlara Muris muvazaasını düzenleyen (01.04.1974 tarih ½ sayılı Y.B.K.) uygulama yeri olmayacağı kuşkusuzdur. Diğer taraftan hakim önündeki kabul beyanı ve buna bağlı tescil işleminin de sanki tapu sicil memuru huzurunda yapılan bir devir işlemi gibi kabul etmekte mümkün değildir. Somut olay biçim koşulu yönünden tamamen farklılık göstermektedir.
Diğer taraftan miras bırakanın parasını ödeyerek aldığı taşınmazı tapuda istediği kişi adına kaydettirmesi önceleri Muris Muvazaası olarak kabul edilmiş, ancak Hukuk Genel Kurulunun 1992 tarihinden sonraki kararlarında bu durum gizli bağış olarak kabul edilmiş ve bugüne kadar olan uygulamalarda istikrar kazanmıştır. Ayrıca, 11.10.1995 gün ve 1995/1-608-1995/783 sayılı kararı ile de 01.04.1974 tarihli kararın konusu ve sonuç bölümü itibariyle, murisin kendi üzerindeki tapulu taşınmazlar yönünden yaptığı temliki işlemler için bağlayıcı olduğu, bedeli ödenerek “gizli bağış” şeklinde gerçekleştirilen işlemler hakkında anılan Yargıtay Birleştirme Kararının doğrudan bağlayıcı olma niteliği bulunmadığı, yorum yoluyla içtihadın kapsamının genişletilemiyeceği de vurgulanmıştır.
Bir başka hususta, mahkemeleri nam-ı müstear (takma ad) davalarındaki aracı gibi görmekte mahkemelerin ciddiyeti ile bağdaşmaz.
Öte yandan, her olay nevi şahsına (kendine özgü) münhasırdır. Kendi özel durumu (kendi kulvarları) içinde değerlendirilmelidir. Murisin mahkeme önündeki harici satışı doğrulayan kabul beyanı biçimindeki iradesinin sanki tapu memuru önünde yapılmış muvazaalı bir satış iradesi gibi yorumlamak kanuna, içtihatların lafzına ve ruhuna uygun düşmemektedir. Esasen murisin yaptığı harici satış gerçek bir satışta olabilir. Mahkemece bu satışın muvazaalı olduğuna dair hiçbir araştırma ve inceleme de yapılmamıştır.
Kaldı ki, murisin mahkemedeki kabulünün muvazaalı olduğu kabul edilse bile bu durumun kanuna karşı hile olarak düşünülüp ayrı bir dava konusu olabileceği gibi, bu işlemlerin muvazaalı olduğunun tesbit ettirilip ayrı bir davaya konu edilmesi de mümkündür.
Özet olarak somut olay özelliği itibariyle Muris Muvazaası olarak değerlendirilemiyeceği, dolayısıyla 01.04.1974 tarih ½ sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulama yeri bulunmadığı, tevhidi içtihatların yorum yoluyla kapsamının genişletilemiyeceği görüşüyle bozma kararının doğru olduğu kanaatine vardığımdan sayın çoğunluğun onama görüşüne katılmıyorum
KARŞI OY YAZISI
Dava, Muris Muvazaası (danışıklılığı) nedeniyle açılan tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davanın kabulüne ilişkin direnme hükmü sayın Genel Kurul çoğunluğunca onanmıştır.
Somut olay şöyledir; uyuşmazlık konusu ..ada .., ..ada .., .. ada ..ve .. ada.. sayılı parsellerin, tarafların ortak miras bırakanı U.. D.. tarafından davalılar V.. ve H.. D.. ile D..A..a haricen satılması, adı geçenlerin harici satış belgelerine dayanılarak Muris U..’a karşı açtıkları tapu iptali ve tescil davalarının yapılan yargılaması sırasında davaların Muristarafından kabul edilmesi üzerine mahkemece, HUMK.nun 95.maddesi gereğince kabulüne karar verilmiş, hükümlerin kesinleşmesi sonucu davalılar adına tapu kayıtları oluşmuştur.
Davacı vekili, Muris Muvazaası (murisin mirastan mal kaçırması) hukuksal sebebine dayanarak iptal ve tescil isteminde bulunmuştur.
Mahkemece, somut olayda Muris Muvazaası hukuksal nedeninin gerçekleştiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmesi üzerine, davalılar vekili tarafından temyiz edilen hüküm, özel dairece, “…taşınmazların intikalinin (devrinin) miras bırakanın işlemine dayalı olarak yapılmadığı, bu nedenle 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararının uygulama yeri bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği” yönünde kesin bozma sevk etmesi sonucu yerel mahkemece ilk kararda direnilmiştir.
Somut olguda; HGK. ve Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, davada “01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararının uygulanıp uygulanamayacağı” noktasında toplanmaktadır.
Davanın hukuki sebebi olarak gösterilen muvazaa (danışıklılık); “tarafların yapmış oldukları bir anlaşma hükümlerini aralarında aynı zamanda gizli kalacak bir anlaşmayla tadil etmeleri biçiminde tanımlanmıştır.” Kısaca irade ve beyan arasında istenerek meydana getirilen (yaratılan) uygunsuzluk olarak da ifade edilmektedir.
TMK.nun da, muvazaa ve nam-ı müstear kurumları düzenlenmemiştir. Ancak, bu gibi hukuku sebeplere dayalı olarak açılan davaların görülmesini engelleyen bir hükümde bulunmamaktadır. Esasen bu günkü Borçlar Kanununda nam-ı müstear diye bir kurumda yoktur. Nam-ı müstear denince; 1-Muvazaa, 2-İnançlı muamele, 3-Temsil anlaşılmaktadır. Yani nam-ı müstear bu üç kurumu kapsayan genel bir terimdir. Şu halde nam-ı müstearın unsurları araştırılırken her şeyden önce söz konusu kurumun muvazaamı, inançlı işlemmi, yoksa temsilmi olduğunu saptama zorunluluğu vardır. (S. Olgaç, BK. şerhi, 1976 Baskı cilt1, sh. 188, dip not: 56)
Muvazaanın yasal dayanağı BK.nun 18. maddesi oluşturmaktadır. Bu maddede düzenlenen nispi (mevsuf – vasıflı) muvazaa olup, çok soyut bir biçimde düzenlenmiştir. Sözü edilen maddenin düzenleniş biçimine bakıldığında daha çok sözleşmenin (akdin) yorumu ile ilgili olduğu, muvazaayı yeterli ve belirgin boyutları içerisinde ele alıp değerlendirmediği görülmektedir.
Öte yandan, sağlararası (tenkise tabi) kazandırmaları düzenleyen TMK.nun 565/4.madde ve bendi ile BK.nun 18.maddesi tamamen birbirinden ayrı ayrı kurumlardır. 4721 sayılı TMK.nun 565/4.bendinde yer alan “miras bırakanının saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yaptığı açık olan kazandırmalar” geçerli bir işlem için tanınan bir dava hakkı olduğu halde, BK.nun 18. maddesinde öngörülen muvazaa ise, geçersiz bir işlem (sözleşme) için tanınan bir dava hakkıdır. Bu bakımdan BK.nun 18. maddesindeki durum, TMK.nun 565 ve 669. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmaz.
Açıklanan bu bilgiler ışığında yapılan değerlendirmede, BK.nun 18. maddesi akitlerin (sözleşmelerin) yorumuyla ilgilidir. Muris tarafından davalılara sattığı taşınmazlarla ilgili tapu dışı (harici) satışlar, taşınmazların tapulu olması nedeniyle TMK.nun 706., BK.nun 213., 2644 sayılı Tapu Kanununun 26, Noterlik Kanununun 60. ve 89.maddeleri gereğince geçersiz olup, hukuken geçerli bir sonuç doğurmaz. Bu sözleşmelere dayalı olarak açılan davaların Muris tarafından kabul edilmesi ile zaten harici sözleşmeler bertaraf edilmiş olmaktadır. O halde, ortada bir sözleşme söz konusu olmadığından olayda BK.nun 18.maddesinin uygulama olanağından söz edilemez. Esasen tapu dışı satışlara ilişkin sözleşmelerle, tapusuz taşınmazlarla ilgili harici satımlarda muvazaa iddiası dinlenmez.
Bundan ayrı, tartışma konusu olan 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararıyla ilgili soruna gelince; Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararları; 1-Konuları ile sınırlı, 2-Gerekçeleri ile açıklayıcı, 3-Sonuçları itibariyle bağlayıcıdırlar. Anılan içtihatları birleştirme kararı saptanan ilkeler ışığında bakıldığında Muris tarafından kendisine ait taşınmaz malı mirastan mal kaçırmak amacıyla diğer mirasçılardan bir veya bir kaçına Tapu Sicil Müdürlüğünde resmi memur huzurunda yapılan satışlarla ilgilidir.
Şu halde, 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için; 1-Dava konusu yapılan taşınmazların Muris adına tapuda kayıtlı olması, 2-Satış işleminin Tapu Sicil Müdürlüğünde resmi memur huzurunda yapılmış olması gerekir. Ancak bu iki koşulun varlığı halinde sözü edilen Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı söz konusu olabilir.
Oysa olayda; böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü taşınmazlar verilen mahkeme kararlarıyla davalılar adına tapuya kayıt ve tescil edilmişlerdir. Bu bakımdan özel Dairenin de açıkladığı gibi, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının davada uygulama olanağı düşünülemez. Aksi durum, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının kapsamı genişletilmiş olur ki, bu da mümkün değildir.
Hatta miras bırakan tarafından tapulu bir taşınmazın satışı noterde düzenlenen muvazaalı bir senetle vaad edilmesi ve açılan tescile zorlama (ferağ icbar) davası sonucu alan kişi adına mahkemece tescile karar verilmesi olayında, mahkeme kararı ile şekil koşulu tamamlanmış olduğundan gizli bağış sözleşmesi re’sen düzenlenmediği gerekçesiyle artık şekil eksikliğinden söz edilerek iptal ve tescile karar verilemez. (Eraslan Özkaya, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, Ankara 1999 Baskı, sh. 340 ve devamı) Buda gösteriyor ki, mahkeme kararına resmi akit tablosu görüntüsü verilerek muvazaa iddiasının ileri sürülmesi mümkün bulunmamaktadır. Murisin iradesinin mahkeme kararına yansıma biçimi de sonuca etkili değildir.
Gerçekten olayda muvazaaya yakın bir durum söz konusudur. Bazı mirasçıların miras paylarının veya haklarının yok edildiği doğrudur. Fakat Muris Muvazaası hukuksal sebebine dayanılarak bu hakkın elde edilmesi mümkün görülmemektedir. O halde, bu durum karşısında çözüm nasıl olmalıdır ? Her şeyden önce murisin olaydaki davranışı “kanuna karşı hile” teşkil ettiği ve bu yolla bazı mirasçıları miras payından yoksun bıraktığı bir gerçektir. Muvazaayı içeren sözleşmelerin vekil aracılığıyla yapılması mümkündür.
Saptanan bu hukuki ve somut olgular karşısında “kanuna karşı hile” hukuksal sebebine dayanılarak açılacak bir dava ile sonuca ulaşılması mümkün olduğu gibi, açılacak bir “miras payından yoksun bırakma” (ketmu verese) davasıyla da aynı sonuca ulaşmak mümkündür. Açıklanan nedenlerle direnme kararının bozulmasına karar verilmesi gerekirken sayın Yüksek Genel Kurul çoğunluğunca onanması şeklinde gerçekleşen görüşlerine belirtilen sebeplerle katılmıyorum.
KARŞI OY YAZISI
Dava Borçlar Kanununun 18.maddesinden kaynaklanan Muris Muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Eldeki davada tarafların ortak miras bırakanı U..D..; yanların annesidir. Davacı murisin bir oğlu, davalılar ise murisin öteki oğlu ve iki kızıdır. Dosyadaki bilgi ve belgelere göre ortak murisin başkaca mirasçısı yoktur.
Bilindiği üzere, Muris muvazaasına konu olaylarda; miras bırakan, mülkiyeti kendisine ait olan ve tapuda kayıtlı bulunan bir yada birden fazla taşınmazını, Tapu Sicil Müdürlüğündeki resmi satış sözleşmesiyle veya noter huzurunda düzenlenecek gayrimenkul satış vaadi sözleşmesiyle, genelde mirasçılarından bir yada bir kaçına, bazen de bir yakınına bizzat veya vekili aracılığıyla temlik etmektedir. Bundan ayrı, aynı işlemler gerek tapu idaresinde yada noterlikte düzenlenen ölünceye kadar bakım sözleşmesi yapılarak da gerçekleştirilebilmektedir. Bu tür işlemler; ivazsız, görünürde ise ivazlıdır.
Aslında ve genelde erkek çocuklar kız çocuklarından üstün tutularak miras bırakanları kendi adına kayıtlı tapulu gayrimenkullerini kız çocuklarından mal kaçırmak kastıyla erkek çocuklarına az yukarıda açıklanan işlemlerle devir etmektedirler. Böyle bir işlem sonucunda saklı paylarına yada mirasçılık haklarına tecavüz edildiğini ileri süren mirasçılar; murislerinin ölümünden sonra genelde bağımsız olarak bazen de hep birlikte tapu iptali ve tescil istekli dava açmakta bazen de, terditli olarak öncelikle tapu iptali ve tescil; bu mümkün olmadığında tenkis talep etmektedirler.
Somut olaya gelince; davacı ve davalıların murisi kendisi adına tapuda kayıtlı bulunan dört adet tapulu (çaplı) taşınmazını davalı çocuklarına haricen satmıştır. Bu taşınmazları haricen satın alan davalılar ise önceki kayıt maliki olan miras bırakanları aleyhine onun sağlığında harici satın almaya dayanarak ayrı ayrı tapu iptali ve tescil davası açmışlardır. Davalı safındaki (o tarihte sağ olan) murisleri mahkemeye gelerek hakim huzurunda açılan davaları ayrı ayrı kabul etmiştir. Böylece tarafların miras bırakanları kendisi adına başlangıçta tapulu olan taşınmazlarını hükmen (mahkeme kararıyla) davalı olan çocukları adına tescil işlemi gerçekleştirilmiştir. Bir başka anlatımla, murislerinin gerçek iradesi satış olsa idi, bunu az yukarıda açıklandığı üzere dolaylı yollara müracaat etmeden doğrudan tapu idaresinde satış işlemini yaparak devir edebilmesi mümkün idi. Böylece, gerek miras bırakan gerekse lehlerine harici satış işlemi yapılan çocukları üç ayrı hukuki müesseseyi aynı olayda çalıştırmışlardır. Şöyle ki,
Birincisi; kural olarak tapulu (çaplı) taşınmazların harici satışı TMK.nun 706.maddesi, BK.nun 213.maddesi ve Tapu Kanununun 26.maddesi hükümlerine göre geçersizdir.
İkincisi; BK.nun 18. maddesi ile 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının devre dışı bırakılması amaçlanmış ve bu işlem sağlanmıştır.
Üçüncüsü; HUMK.nun 92, 93 ve 95.maddeleri çalıştırılmış murisleri mahkeme huzurunda kabul beyanıyla kesin hükmün hukuki neticelerini oluşturmuştur.
Çekişme konusu olayda 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı tevhidi içtihadın uygulama yerinin bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Kısaca değinilen tevhidi içtihatta, miras bırakan mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği kendisi adına tapuda kayıtlı taşınmazı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış olarak açıklamış olması gerekmektedir. Somut olayda, davalılar ve murisleri yukarıda açıklanan olguları Tapu Sicil Müdürlüğü önünde gerçekleştirmemişlerdir. Anılan içtihadı birleştirme kararının dar olarak yorumlanması gerekir. Öte yandan, HUMK.nun 74 ve 76.maddeleri uyarınca olayları bildirmek taraflara hukuki niteleme hakime aittir. Gerçekten de, somut olayda miras bırakan ve kendilerine haricen satış yapılan çocukları değinilen tevhidi içtihadı ortadan kaldırmak ve devre dışı bırakmak amacıyla böyle bir işlemi gerçekleştirdikleri sonucuna ulaşılmaktadır. Fakat bu olayın açıklanan tevhidi içtihadın dar kapsamına sokulması olanaklı değildir. Burada murisleri ve lehlerine haricen satış yapılan kişiler kanuna karşı hileye başvurmuşlardır. Davacı tarafın her zaman bu hukuksal sebebe tutunarak dava açması mümkündür. Hal böyle olunca Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin bozma kararı açıkladığım nedenlerle ve sonucu itibariyle doğru olmaktadır. Bu sebeplerle, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca tecelli eden yerel mahkeme kararının onanmasına ilişkin oyçokluğuyla beliren görüşüne katılmam mümkün olmamıştır. Açıkladığım nedenlerle mahalli mahkeme kararının bozulması gerektiği kanaatindeyim.
Hukuk Genel Kurulu 2010/1-295 E., 2010/333 K.
• GİZLİ SÖZLEŞME
• Muris MUVASAASI
• SAKLI PAY
• 818 S. BORÇLAR KANUNU [ Madde 213 ]
• 2644 S. TAPU KANUNU [ Madde 26 ]
“İçtihat Metni”
Taraflar arasındaki “Tapu İptali, Tescil ve Tenkis” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Sarıyer 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 20.06.2008 gün ve 2006/183 E.- 2008/202 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesi’nin 17.02.2009 gün ve 2008/11225 E., 2009/1940 K. sayılı ilamı ile;
(…Dava, Muris Muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal, tescil ve tenkis isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden toplanan delillerden; tarafların ortak miras bırakanı G…’nin maliki olduğu 35 ada 13 parsel sayılı taşınmazdaki 4/16 payının intifa hakkını üzerinde bırakarak çıplak mülkiyetini 21.10.1999 tarihli akitle davalıya satış yoluyla temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Davacılar, miras bırakan G…’nindavalıya yapmış olduğu temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “Muris Muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706 (yeni 782), Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan, gizlenen gerçek irade ile amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan, bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır.
Öte yandan, miras bırakanın sağlığında mal varlığının tamamını veya bir kısmını,mirasçıları arasında hoşgörü ile karşılanabilecek makul ölçüler içerisinde paylaştırmışsa, mirasçısından mal kaçırma iradesinden söz etme olanağı yoktur. O halde, miras bırakanın denkleştirme yapıp yapmadığı üzerinde durulması, miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden, taşınır, taşınmaz ve hakların araştırılması,tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgelerin mercilerinden getirtilmesi, her bir mirasçıya geçirilen malların ve hakların nitelikleri ile değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınarak, paylaştırmanın mı yoksa mal kaçırma amacının mı üstün tutulduğunun aydınlığa kavuşturulması zorunludur.
Somut olaya gelince, davacıların miras bırakan G…’nin oğulları, davalı S… S… A…’ınise kızı olduğu, miras bırakan G…’in sağlığında davalı ile birlikte aynı çatı altında hayatını idame ettirdiği ve hasta olması sebebiyle davalının; annesi olan murisin gerekli her türlü tedavisi ile ilgilendiği, tüm sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarını karşıladığı ve murise hayatı boyunca bir evladın ebeveynine bakmakla ve göstermekle yükümlü olduğu şartların fevkinde ilgisini ve hizmetini esirgemediği dosya kapsamı ile sabittir.
Oysa çekişme konusu taşınmazın satış şeklinde davalıya temlik edildiği görülmektedir. Hemen belirtilmelidir ki, satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir semen karşılığında olacağı kuşkusuzdur. Semenin bir başka ifade ile malın bedelinin ise mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet veya bir emekte olabileceği kabul edilmelidir. Esasen yukarıda da değinildiği üzere Muris Muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davaların hukuki dayanağını teşkil eden 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında miras bırakanın gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma olması halinde uygulanabilirliğinin kabulü gerekir. Bir başka ifade ile murisin iradesi önem taşır.
O halde, yukarıda değinilen somut olgular açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde, miras bırakının yapmış olduğu temlikle ilgili olarak gerçek amaç ve iradesinin mirasçıdan mal kaçırmak olmadığı ve bu amaçla temlikin gerçekleştirilmediği kabul edilmelidir.
Hal böyle olunca açılan davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulü yönünde hüküm kurulmuş olması doğru değildir…)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Muris Muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal, tescil ve tenkis isteklerine ilişkindir.
Mahkemenin; “Toplanan kanıtlardan murisin sağlığında dava konusu taşınmazdaki payının çıplak mülkiyetini davalıya bağışladığı ancak yapılan işlemin satış şeklinde gösterildiği gerçekte bu temlikin ivazsız ve bağış niteliğinde olduğu; temlikin diğer mirasçıları miras hakkından yoksun bırakmak amacı ile yapıldığı anlaşılmıştır.” gerekçesiyle “davanın kabulüne” dair verdiği karar; Özel Daire’ce yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuş; Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu taşınmazın davalıya temlikinin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uygulamada ve öğretide “Muris Muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün Türk Hukukunda büyük yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü Murismuvazaasına ilişkin bulunmaktadır.
Muris Muvazaası da taraf Muvazaası gibi pozitif hukukumuzda ayrıntılı biçimde düzenlenmemiş, sadece Borçlar Kanununun 18.maddesinde nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa olarak soyut bir şekilde hükme bağlanmıştır. Ancak bu yönde pek çok davaların bulunması, toplumun gereksinmeleri ve zorlamaları ile, Muris Muvazaası gerek öğretide ve gerekse uygulamada geniş boyutları ile ele alınmış, bu yönde görüş ve kurallar geliştirilmiştir.
Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, Muris Muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.
Muris Muvazaası da öteki nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaalar gibi dört unsurdan oluşur.
a-Görünüşteki Sözleşme: Miras bırakanın, mirasçıdan mal kaçırmak, onların kendilerinden mal kaçırıldığı yönünde yapacakları itirazları, açacakları davaları önlemek, başka bir anlatımla onları aldatmak için, karşı taraf ile anlaşarak, gerçek iradesine uygun düşmeyecek ve hiçbir hüküm ve sonuç doğurmayacak biçimde düzenlediği sözleşmeye görünüşteki sözleşme denir.
b-Üçüncü Şahısları (Mirasçıları) Aldatmak Amacı: Muris muvazaasına bu açıdan bakıldığında, öteki nispi muvazaalardan farkı mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık anlatımıyla, Muris muvazaasında aldatmak isteyen (muvazaalı işlem yapan) miras bırakan, aldatılmak istenen ise mirasçıdır. Oysa Muris Muvazaası dışında kalan mutlak ve nispi muvazaalarda aldatılmak istenen üçüncü kişinin mirasçı olması şart değildir.
Muvazaalı sözleşme yapıldığı sırada mal kaçırılmak, aldatılmak istenen bir mirasçının veya mirasçıların bulunması, aldatmak amacının (kastının) gerçekleşmesi için yeterlidir. Bu durumda miras bırakanın ölüm tarihine göre mirasçı olan ve terekeden miras hakkı alması gereken mirasçının, kendisinin henüz mirasçılık sıfatını kazanmadığı tarihte yapılan muvazaalı işleme karşı durarak, muvazaanın tespiti için dava açmakta hukuki yararının ve hakkının bulunduğu açıktır. Muvazaalı sözleşmenin yapıldığı tarihte mirasçı olmamasının muvazaa davası açma hakkına hiçbir etkisi yoktur. Esasen bir mirasçı muvazaa nedeniyle açtığı bir iptal ve tescil davası sonunda Muris muvazaasının varlığını ispat edip o taşınmazın terekeye dönmesini sağladığı takdirde, muvazaalı sözleşme tarihinde mirasçı olmayıp da, miras bırakanın ölüm tarihinde mirasçılık sıfatını kazanan mirasçı o taşınmazdan pay aldığına göre, kendisine, muvazaalı sözleşme tarihinde mirasçı olmaması nedeniyle dava açma hakkı tanınmaması açık bir çelişki yaratacağı gibi, hukuk mantığına da uygun düşmez.
Miras bırakan sağlığında mallarını mirasçıları arasında, makul ölçüler içerisinde, dengeli bir biçimde paylaştırmışsa, artık mirasçıdan mal kaçırmak, onları aldatmak kastı ve iradesi bulunmadığından, Muris muvazaasından söz etmek mümkün olmaz.
Bu gibi temliklerde miras bırakanın amacı mirasçıdan mal kaçırmak değil, mallarını sağlığında mirasçılar arasında pay etmektir. Uygulamada “denkleştirme” olarak da tanımlanan bu paylaştırmanın kabulü için, miras bırakanın tüm mirasçılar arasında paylaştırma yapması, paylaştırmada tam bir eşitlik olmasa dahi makul ve hoşgörü ile karşılanabilecek bir denge kurması gerekir.
Miras bırakan sadece mirasçılardan birine veya birkaçına pay vermişse veya paylaştırmada makul ve hoşgörü sınırlarını aşan bir dengesizlik bulunuyorsa, paylaştırma değil mirasçıdan mal kaçırma amacı üstün tutulmuş sayılacağından, aldatmak unsuru teşekkül edecektir. Bu takdirde de pay almayan veya az pay verilen mirasçı veya mirasçıların dava açmak hakları doğacaktır.
Denkleştirmenin var olup olmadığının anlaşılabilmesi içim tüm mirasçılara verilen mal ve kıymetlerin; tanık dinlemek, ilgili mercilerden bilgi ve belge istemek, tüm taraf delillerini toplamak, uzman bilirkişi aracığı ile her bir mirasçıya verilen mal ve değerleri birbirleri ile kıyaslamak gerekir.
c-Tarafların Beyanları ile İradeleri Arasında İsteyerek Meydana Getirdikleri Uyumsuzluğu Açıklayan Muvazaa Anlaşması: Muris muvazaasındaki muvazaa anlaşması, miras bırakan ile karşı taraf arasında görünüşte yapılan sözleşmenin niteliğini değiştiren sözleşmedir.
Muvazaa sözleşmesi hiçbir şekil koşuluna bağlı değildir. Yazılı yapıldığı gibi çok kez de sözlü yapılabilmektedir. Uygulamada muvazaa anlaşmasının çok zaman gizli sözleşme ile bir arada, hatta onunla iç içe yapıldığı görülmektedir. Ancak gizli sözleşme ile birlikte yapılması muvazaa sözleşmesinin ayrı bir sözleşme olması niteliğini ortadan kaldırmaz.
Gerek “taraf” gerekse “Muris muvazaasında” muvazaa anlaşmasının varlığı muvazaanın oluşması için şarttır. Muvazaa anlaşmasını miras bırakan bizzat veya vekili aracılığı ile yapabilir. Miras bırakanın görünüşteki sözleşmeyi bizzat yapması, muvazaa anlaşmasını vekili aracılığı ile yapmasına engel teşkil etmez.
Muvazaa anlaşmasının görünüşteki sözleşmeden önce veya en geç onunla aynı zamanda yapılması gerekir. Daha sonra yapılan sözleşme bu muvazaa sözleşmesini değil, önceki geçerli sözleşmeyi değiştiren ikinci bir sözleşme niteliğini taşır.
d-Gizli Sözleşme: Muris muvazaasının son unsuru, tüm nispi muvazaalarda olduğu gibi gizli sözleşmedir. Miras bırakan malını bağış yoluyla devretmek istemekte, bu iradesine uygun bir sözleşme yapmaktadır. Ne var ki, bu sözleşmeyi gerçek iradesine uygun olmayan başka nitelikteki bir sözleşmenin arkasına gizlemektedir. Gerçek iradesine uygun olmayan, bilinen ve açıklanan sözleşmeye “görünüşteki sözleşme”, gerçek iradesine uygun olan, ancak saklanan, gizli kalan sözleşmeye de “gizli sözleşme” denmektedir.
Muris muvazaasında gizli sözleşme daima bağış sözleşmesi şeklinde yapılmaktadır. O halde Muris muvazaasında öteki mirasçılardan gizlenen, malın temliki değil, temlik sözleşmesinin niteliğidir. Gizli sözleşme bulunmadığı takdirde Muris muvazaasından söz etme olanağı yoktur.
Bu noktada; görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli sözleşme de şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar resmi sözleşmenin muvazaa nedeniyle geçersizliğinin tespitini ve tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtilmelidir ki; burada yapılan temlikin gerçek yönünün, eş söyleyişle miras bırakanın irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması önemlidir. Bunun için de, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul nedeninin bulunup bulunmadığı, bakım borçlusu ve diğer mirasçılarla ilişkileri, yaşı, sağlık durumu, temlik edilen malın tüm mamelekine oranı gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Saklı pay sahibi olsun veya olmasın, her mirasçı mirastan mal kaçırmak amacıyla miras bırakan tarafından yapılan muvazaalı sözleşmenin geçersizliğinin tespitini, bu sözleşmeye dayanılarak bir tapu kaydı oluşmuşsa tapu kaydının iptali ile pay oranında adına tescilini veya eski hale getirilmesini (terekeye döndürülmesini) isteyebilir. Mirasçı, muvazaalı sözleşmenin dışında kaldığından ve ona karşı koyduğundan üçüncü kişi durumundadır. Her ne kadar mirasçı muvazaalı sözleşme yapan kişinin ardılı (külli halefi) ise de, miras bırakan muvazaalı sözleşme yaparak kanunen kendisine intikal etmesi gereken miras hakkına mani olup onun tamamını veya bir bölümünü başkasına intikal ettirdiğinden, bu sözleşmeye karşı koymakta, onun geçersizliğini istemektedir.
Görülüyor ki, miras bırakanın iradesi ile mirasçının yararı çatışmaktadır. Bir bakıma mirasçı kanuni hakkını miras bırakana karşı korumaya çalışmaktadır. Miras bırakanın iradesine karşı dava açmaktadır. Bu itibarla Muris Muvazaası davasında mirasçının üçüncü kişi sıfatıyla hareket ettiği kuşkusuzdur.
Elbette miras bırakan saklı pay dışındaki mallarını kanunların öngördüğü biçimde serbestçe tasarruf etme ve başkasına dilediği gibi temlik etme hakkına sahiptir. Ancak mallarını kanuna uymayan şekilde temlik ettiği takdirde, öldükten sonra zarar gören mirasçının bu tasarrufa karşı koyma, geçersizliğinin tespitini isteme hakkının bulunduğunun da kabulü gerekir.
Öteki deyişle, miras bırakanın nasıl ki saklı pay dışındaki mallarını kanuna uygun biçimde devretme hakkı varsa, mirasçının da miras bırakanın kanuna aykırı biçimde düzenlediği ve kendisini miras hakkından yoksun bırakan hukuki tasarruflarına karşı koyma, yapılan temlik ve tescilin iptalini isteme hakkı vardır.
Asıl olan miras bırakanın terekesinin kanunlarda öngörülen şekilde mirasçılarına intikal etmesidir. Miras bırakanın saklı pay dışındaki mallarda dilediği gibi tasarruf etme hakkı varsa da, bu temliki yaparken kanunlarda öngörülen şekil koşuluna uymak zorundadır. Şekil koşuluna uyulmadığı taktirde, kanun gereği malik olacak mirasçının şekil noksanlığından dolayı bu temlikin iptalini istemekte hukuki yararı vardır.
Bununla birlikte, miras bırakan bağış sözleşmesini görünüşte satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi gibi ivazlı bir sözleşme arkasına gizleyerek, mirasçının saklı payını da temlik etmiştir. Miras bırakanın bu kötü niyeti ve onunla işbirliği içerisindeki karşı tarafın kötü niyete dayanan hakkı kanun tarafından korunamaz.
Muris Muvazaası davası açacak kişinin muvazaalı sözleşme yapan miras bırakanın mirasçısı olması yeterlidir. Saklı pay sahibi mirasçı olması gerekmez. Dava açan mirasçı üçüncü kişi durumunda olduğundan, davasını her türlü delil ile ispat edebilir. (E…
… Ö…
…, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, Seçkin yayınevi, 2.baskı, s.343-482)
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakılınca; davacılar ve davalının kardeş, murisin ise tarafların annesi olduğu, dava konusu payın ilişkin bulunduğu taşınmazın ilk maliki T… A…’ınölümünden sonra taraflara ve Muris anneye kaldığı, davalı S… S… A…’ınbekar olup, anne G…Acar ölene kadar Muris ile birlikte yaşadığı, murisin ve davalının taşınmazın kira gelirinden başka hiçbir gelirlerinin bulunmadığı, murisin ölümüne kadar tüm ihtiyaçlarının ve bakımının davalı tarafından karşılandığı, murisin 21.10.1999 tarihinde dava konusu taşınmaz payın intifa hakkını kendi üzerinde bırakarak, çıplak mülkiyetini davalıya satış göstermek suretiyle tapuda devir ettiği, bu tarihten çok önceleri başlayan ve özellikle murisin son yıllarında ağırlaşan hepatit hastalığı nedeniyle sık sık tedavi gördüğü, günlerce hastanede yattığı onun bu halinde bile bakımının sadece davalı tarafından yapıldığı ve davalının refakatçi olarak günlerce murisin yanında kaldığı, davacıların ise murisin çocukları olmasına rağmen Muris ile hiç ilgilenmedikleri gibi, davacılardan K… A…’ın murisi hastalığının ağırlaştığı son aylarında şikayet etmek suretiyle hakkında ceza davası açılmasını sağladığı, ceza davasının murisin ölümü ile düştüğü, hususları gerek davacı ve gerekse davalı tanıklarının beyanları ile dosyada mevcut belgelerden anlaşılmaktadır.
Tüm bu olayların gelişiminden, miras bırakanın hepatit hastalığı nedeniyle, sağlık harcamalarının arttığı, kira gelirinden başka hiçbir gelirinin bulunmadığı, karşılaştığı sağlık harcamalarına kaynak yaratmak için çekişmeli taşınmaz payını hayatı ve hastalığı boyunca yanında kalıp kendisiyle ilgilenen ve destek olan davalıya sattığı; her ne kadar taşınmazın akitteki bedeli ile gerçek değeri arasında fark bulunsa da, salt tapuda gösterilen değer ile gerçek değer arasındaki nispetsizliğin muvazaanın varlığına yeter delil sayılamayacağı, kaldı ki, ölene kadar taşınmazda oturmaya devam etmesi ve davalının kendisine sağladığı bakım ve desteğin yarattığı minnet duygusu dikkate alındığında, satışın gerçek değer üzerinden yapılmamasının mal kaçırma amacıyla hareket edildiği anlamını doğurmayacağı sonuç ve kanaatine varılmaktadır.
Diğer taraftan; evladın elverdiğince ebeveynine bakıp yardım etmesi ahlaki bir görev ise de, görev sınırının aşıldığı, ana babanın normal bakımın ötesinde ihtimama muhtaç olduğu durumlarda evladın hizmetin karşılığında bir şey istemesi ve sunulan aşırı hizmetin semen olarak değerlendirilmesi gerektiği, hukuka uygun düşeceğinden, böyle bir durumda temlikin ivazlı olduğu kabul edilmelidir.
O halde, taraflar arasındaki pay devri isteminde, Muris muvazaasının olmazsa olmaz unsurlarından “gizli sözleşme” unsuru bulunmadığından işlemin gerçekten satış olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 29.04.2009 gün ve 2009/1-130-150 ve 22.10.2008 gün ve 2008/1-650-656 sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.
Bu nedenle, direnme kararının bozulması gerekmiştir.
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 16.06.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu 2013/1-77 E. , 2013/1007 K.
•
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Demirci Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 06/06/2012
NUMARASI : 2012/100-2012/171
Taraflar arasındaki “Tapu İptali ve Tescil“ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Demirci Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 07.02.2011 gün, 2008/131 E.- 2011/29 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 11.10.2011 gün, 2011/5178 E. – 10155 K. sayılı ilamı ile;
“…Dava, Muris Muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili, olmazsa tenkis isteğine ilişkin olup, Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; tarafların miras bırakanı Hasan’ın çekişme konusu 17 ve 18 parsel sayılı taşınmazlarını 13.02.2001 tarihli ölünceye kadar bakma aktiyle davalıya temlik ettiği; davacıların, miras bırakanın yapmış olduğu bu temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, eldeki davayı açtıkları anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir bağıttır. (B.K.m.5ll).Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer.(B.K.m.5l4).Hemen belirtmek gerekir ki, bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.
Kural olarak bu tür sözleşmeye dayalı bir temlikinde muvazaa ile illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman mümkündür. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, asıl olan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır.(B.K.m.l8). Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılarından mal kaçırma düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun l.4.l974 gün ve l/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararı olayda, uygulama yeri bulur.
Miras bırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi içinde, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların gözönünde tutulması gerekir.
Somut olaya gelince; özellikle her iki tarafın tanıklarının, davalının uzun süre miras bırakana baktığını, miras bırakanın, ölümünden önceki son iki yıl içinde de felçli ve yatalak olduğunu, bu süreçte de sosyal, fiziki, içtimai, mali tüm gereksinimlerinin ve bakımının davalı tarafından karşılandığını bildirdikleri gibi; miras bırakanın, çekişmeli taşınmazlar dışında 3 parça taşınmazda pay sahibi, diğer bir parça taşınmazın ise tam maliki olduğu kayden sabittir.
Mahkemece yapılan araştırma neticesinde, miras bırakanın öldüğü tarihte adına kayıtlı taşınmazların değerinin 306.169,48TL, temlike konu taşınmazların ise, davalı tarafından yapıldığı belirtilen üzerlerindeki yapı hariç değerleri toplamının 150.000,00TL olduğu saptanmıştır. Bu değerler karşılaştırıldığında ve özellikle tanık ifadeleri de gözetildiğin de, miras bırakan tarafından, çekişme konusu 17 ve 18 parsel sayılı taşınmazların ölünceye kadar bakma aktiyle davalıya temlikinin, muvazaalı olduğunu, mirasçıdan mal kaçırma amacıyla gerçekleştirildiğini söyleyebilme olanağı yoktur.
Bir başka ifadeyle, temliki işlemin ivaz karşılığı ve ivazında bakım borcu olduğu, bakım borcunun da davalı tarafından yerine getirildiği, bu durumda, davalıya yapılan temlikin, muvazaalı olmadığı, mirasçıdan mal kaçırma amacıyla yapılmadığı sabit olup, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı olduğu üzere davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru değildir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; Muris Muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili, olmazsa tenkis istemine ilişkindir.
Davacılar vekili; miras bırakan Hasan Karakaya’nın sahibi olduğu 299 ada 17 ve 18 parsel sayılı taşınmazlarını 2001 yılında “ölünceye kadar bakma akdi” karşılığında oğlu Enver Karakaya’ya devrettiğini, yapılan akdin diğer mirasçılardan (kız çocuklarından) mal kaçırma amacıyla yapılmış muvazaalı bir işlem olduğunu ileri sürerek tapunun iptali ile mirasçılar adına tesciline, aksi durumda tenkise karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; davaya konu edilen taşınmazları arsa halinde iken babası ile birlikte satın aldığını ve üzerine kendi imkânları ile bina yaptığını, ölünceye kadar bakım akdi gereği üzerine düşen yükümlülükleri tamamıyla yerine getirdiğini, haksız iddiada bulunan davacıların davasının reddine, aksi durumda taşınmazlar üzerine yapılan binaların inşaat gideri olarak 50.000,00 TL ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece; temlik edilen taşınmazların murisin tüm mamelekine oranının makul karşılanabilecek bir sınırda olmadığı, murisin dava konusu taşınmazları temlik amacının diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, davalının inşaat değerine yönelik istemi konusunda usulüne uygun olarak açılmış bir dava bulunmadığından bu yönde herhangi bir karar verilmesine yer olmadığına dair verdiği karar, Özel Daire’ce yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.
Yerel Mahkeme, önceki gerekçeler tekrarlanmak suretiyle davanın reddine dair ilk hükümde direnilmiş, direnme hükmü, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu taşınmazların davalıya temlikinin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle, muvazaa kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.
İrade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde düzenlenmiştir. Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde “bir aktin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven, gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır” ifadeleri mevcut olup, daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada muvazaa kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır.(Benzer hükmede 6098 sayılı TBK’nun 19. maddesinde yer verilmiştir.)
Gerek öğretide, gerek uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa şeklinde iki gruba ayrılmaktadır. “Muris Muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibarıyla nispi muvazaa türüdür. Muris muvazaasında miras bırakan, mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla gerçekte bağışladığı taşınmazını, görünüşteki sözleşmede satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi gibi göstererek temlik etmektedir (01.04.1974 gün,1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı).
Bu noktada; görünürdeki ölünceye kadar bakım sözleşmesi tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli sözleşme de şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar resmi sözleşmenin muvazaa nedeniyle geçersizliğinin tespitini ve tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtilmelidir ki; burada bakım borçlusuna yapılan temlikin gerçek yönünün, eş söyleyişle miras bırakanın irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması önemlidir. Bunun için de, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul nedeninin bulunup bulunmadığı, bakım borçlusu ve diğer mirasçılarla ilişkileri, murisin yaşı, sağlık durumu, temlik edilen malın tüm mamelekine oranı gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Diğer taraftan; evladın elverdiğince ebeveynine bakıp yardım etmesi ahlaki bir görev ise de, görev sınırının aşıldığı, ana babanın normal bakım ötesinde ihtimama muhtaç olduğu durumlarda evladın hizmetin karşılığında bir şey istemesi hukuka uygun düşeceğinden, böyle bir durumda temlikin ivazlı olduğu kabul edilmelidir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce; miras bırakanın malvarlığının büyük bir kısmını teşkil eden ve üzerinde iki katlı bina bulunan taşınmazlarını davalı oğluna temlik etmesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı, asıl iradesinin, birlikte yaşadığı oğlunu diğer mirasçılardan üstün tutmak amacıyla bağışlamak olduğu, dava konusu taşınmazların davalıya temlikinin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu kabul edilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmesinin usul ve yasaya uygun bulunduğu ileri sürülmüş ise de bu düşünce kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunca; somut olayda, yukarıda da değinildiği üzere Borçlar Kanunu’nun 511. ve takip eden maddelerinde öngörülen ölünceye kadar bakma akdi mevcuttur. Bu tür akitlerde, bakım alacaklısının mutlaka akit tarihinde bakıma muhtaç olması şart değildir. Diğer taraftan bakım borçlusunun temlik edenin oğlu olmasının, kendisine bakım koşuluyla temlik yapılmasına mani olmadığı gibi, aksine yasal bir düzenleme de bulunmamaktadır. Ayrıca, miras bırakanın ölümünden önceki son iki yılını felçli ve yatalak halde geçirdiği, davalı Enver’in gerek hastalık dönemi, gerekse sair zamanlarda bakım alacaklısının tüm ihtiyaç ve gereksinimlerini karşıladığı, miras bırakanın da sağlığında bakım koşulunun yerine getirilmediğine dair bir ihtaratı veya açtığı bir davanın bulunmadığı dosya kapsamıyla sabittir. Bu durumda murise davalı tarafından bakıldığının bir bakıma kabulü gerekir.
Diğer taraftan; kural olarak, tüm mal varlığının veya buna yakınının temlikinde muvazaadan söz edilebilir ise de, bakım alacaklısının kendisiyle ilgilenilmesi, ihtiyaçlarının kısmen ya da tamamen karşılanmasını teminen verilebileceği taşınmazları gözetildiğinde, davaya konu, üzerinde iki katlı bina bulunan ve birlikte kullanılan taşınmazlar dışındaki taşınmazların hisseli ve düşük değerli olması gözetildiğinde, davaya konu taşınmazları devretmesindeki amacının; bakılmak değil, muvazaa olduğu şeklindeki görüş, gerçekten tek taşınmazı olan veya taşınmazları arasında devre uygun bulunan taşınmazın diğer taşınmazlarından değerli olan kişilerin ölünceye kadar bakım akdi yapamayacakları sonucunu doğurur ki, bunun yasanın teminatı altındaki akit yapma serbestîsi ile bağdaşabileceği söylenemez. Kaldı ki, somut olayda murisin davacılardan mal kaçırmasını gerektiren bir olgunun ve sebebin varlığı da kanıtlanmış değildir.
Öte yandan ölünceye kadar bakım sözleşmeleri ivazlı akitlerden olup bu tür temliklerde tenkis hükümlerinin de uygulanamayacağı kuşkusuzdur.
Tüm bu olgular ve ilkeler doğrultusunda değerlendirme yapıldığında; temlikteki asıl amacın mirasçıdan mal kaçırmak değil; ölünceye kadar bakıp gözetme olduğu, muvazaa ile illetli bulunmadığı kabul etmek gerekir. Bu bakımdan davanın reddine karar verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle yazılı biçimde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
O halde, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Hukuk Genel Kurulu tarafından da benimsenen Özel Dairenin bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı kanunun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 03.07.2013 gününde yapılan görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Davacılar, M., N. ve F. vekili,19.8.2008 tarihli dava dilekçesinde özetle: “…davacılar ile davalının kardeş olduklarını, tarafların ortak miras bırakanı babaları H. K.’nın 04.07.2008 tarihinde öldüğünü, murisin 13.02.2001 tarihinde tapu memuru huzurunda Demirci İlçesi, Çamlıca mahallesi, Selendi caddesi, 299 ada, 17 ve 18 parsel sayılı iki adet arsa nitelikli üzerlerinde zeminde dükkan birinci katta ikamete elverişli bağımsız bölüm bulunan taşınmazını davalı oğluna ölünceye kadar bakım akti ile temlik ettiğini, murisin asıl amacının davacı kız çocuklarından mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak bu işlemi gerçekleştirdiğini, esasen, murisin hissedar olduğu bir traktörünün de olduğunu, daha sonra bu traktörü satarak davalı oğluna yeni bir traktör alındığını, murisin dükkan, ev ve köydeki evi ile tarlalarını davalı oğlunun kullanmakta olduğunu, miras bırakanın bakıma ihtiyacının bulunmadığını vs..” açıklayarak öncelikle davalı adına olan tapu kayıtlarının miras payları oranında iptali ve adlarına tescilini bu mümkün olmadığında tenkise karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı 6.10.2008 tarihli cevap dilekçesinde özetle; “…davaya konu bir birine bitişik olan arsaların esasen babasının sağlığında kendisi tarafından satın alındığını, ne var ki, aile büyüğü olduğu için tapunun babası adına oluşturulduğunu, taşınmazlar üzerindeki binanın da kendisi tarafından yaptırıldığını, 13.2.2001 tarihinde babasının kendi yaşlılığını gerekçe göstererek dava konusu taşınmazların ölünceye kadar bakma karşılığında kendisine devrettiğini, bu devir işlemi yapılırken, murisin akıl sağlığının yerinde olduğunu, ancak ölümünden bir yıl önce felçli olduğunu, felçlilik sırasında murisin tüm ihtiyaçlarının kendisi tarafından karşılandığını bu nedenlerle açılan davanın reddine karar verilmesini talep etmiş, ayrıca aksi kanaat hasıl olduğu taktirde dava konusu taşınmazlar üzerine kendisi tarafından yapılan binaların inşaat gideri olan şimdilik 50.000 TL nin kendisine ödenmesini karar verilmesini..” istemiştir.
Mahkemece, yapılan yargılamalar, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında tarafların ortak miras bırakanı, H. K.nın tapu memuru huzurunda 13.2.2001 tarihinde akdettiği ölünceye kadar bakım sözleşmesiyle, davaya konu 299 ada 17 ve 18 parsel sayılı taşınmazlarını davalı oğluna temlik ettiği, dava konusu taşınmazlar ile murisin uhdesinde kalan köydeki diğer taşınmazların keşfen belirlenen değerleri göz önüne alındığında; davaya konu taşınmazların murisin tüm mamelikini oluşturduğu, dolayısıyla makul karşılanabilecek bir sınırda olmadığı, ayrıca, Muris ile davalının devir tarihinden öncede birlikte yaşamaları, davalının tek erkek çocuk olması, toplumumuzdaki kız çocuklarına mal vermeme gibi bir eğilimin bulunması da göz önüne alındığında işlemin davacılardan mal kaçırmak amacına yönelik ve muvazaalı olduğu anlaşılmakla davanın kabulüne, dava konusu 299 ada 17 ve 18 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarının davacıların miras payları oranında iptali ile adlarına tesciline, arta kalan payın davalı üzerinde bırakılmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme kararı davalı vekili tarafından dilekçesinde yazılı nedenlerle temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. HD.nin 11.10.2011 gün 2011/5178-10155 Esas ve karar sayılı bozma ilamında açıklandığı üzere “…öncelikle 818 sayılı Borçlar Kanunun 511,514 ve 18. maddesi uyarınca açıklamalar yapılmış ayrıca Yargıtay İnançları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 01.04.1974 gün ve ½ sayılı içtihadı uyarınca da açıklamalardan sonra miras bırakanın ölünceye kadar bakım, gözetim karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi için; sözleşme tarihi ile murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan malvarlığının miktarı, temlik edilen malın tüm mamelikine oranı bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi olguların göz önünde tutulması gerektiği, somut olaya gelince, özellikle, her iki tarafın tanıklarının, davalının uzun süre miras bırakana baktığı, miras bırakanın ölümünden son iki yıl içinde felçli ve yatalak olduğu, bu süreçte sosyal, fiziki, içtimai, mali tüm gereksinimlerinin ve bakımının davacı ile davalı tarafından karşılandığı bildirildiği gibi miras bırakanın çekişmeli taşınmazları dışında üç parça taşınmazda pay sahibi, diğer taşınmazın ise tam mülkiyet üzere maliki olduğu kayden sabit olduğundan ve miras bırakanın ölüm tarihi itibariyle adına kayıtlı taşınmazların değerinin 306.169.48 TL temlike konu taşınmazların yapı hariç arsa değerlerinin 150.000 Tl olduğu saptanmakla bu değerlerde karşılaştırıldığında Muris tarafından tapuda yapılan temlik işleminin muvazaalı olduğunu söyleyebilme olanağı bulunmadığından ve temliki işlemin ivaz karşılığı olduğu, ivazın bakım borcu olması ve davalının bakım borcunu yerine getirdiği anlaşılmakla davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin taktirinden yanlışa düşüldüğünden bahisle kabul kararı verilmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle..” yerel mahkeme kararı bozulmuştur.
Davacılar vekilinin karar düzeltme isteği 1. HD.nin 15.3.2012 gün 2012/2092-2953 Esas ve karar sayılı kararında yazılı olduğu üzere “…miras bırakanın öldüğü tarihte adına kayıtlı taşınmazların değerinin 18.772.90 TL olduğu bozma kararının yedinci paragrafında bu miktarın 306.169.48 TL olarak yazılmasının maddi hataya dayalı olduğu, bu nedenle, Dairenin 11.10.2011 tarih 2011/5178-10155 Esas ve Karar sayılı bozma ilamının karar bölümünün yedinci paragrafındaki 306.169.48 TL ibaresinin karar yerinden çıkarılarak yerine 18.772.90 TL ibaresinin yazılmasına, hükmün bu şekilde düzeltilmesine HUMK.nun 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiçbirine uymayan karar düzeltme isteğinin reddine…” karar verilmiştir.
Davacılar vekili bozmaya karşı direnme kararı verilmesini, davalı vekili bozmaya uyulmasını istemiştir.
Mahalli mahkemece 06.06.2012 gün 2012/100-171 Esas ve Karar sayılı direnme kararında özetle; “… 818 sayılı BK. nun 511, 514 ve 18. maddesi ile Yargıtay İnançları Birleştirme Büyük Genel kurulunun 01.04.1974 gün ve ½ sayılı kararından da söz edilerek netice olarak önceki kararda direnilmesine, davacıların miras payı oranında iptal ve tescile…” karar verilmiştir.
Hüküm, davalı vekili tarafından dilekçesinde yazılı nedenlerle temyiz edilmiştir.
Toplanan deliller tüm dosya kapsamından; veraset belgesi dosyadadır. Tarafların miras bırakanı(babaları) H. K. 1924 doğumludur. 04.07.2008 tarihinde ölmüştür. Ölümü ile davacı kızları ile davalı oğlunun mirasçı bırakmıştır. Başkaca mirasçı yoktur.
13.02.2001 tarihli resmi akit tablosu ve buna ilişkin tapu kaydı dosyadadır. Dava konusu 299 ada 17 parsel 212 m² ve arsa niteliklidir. Yine dava konusu 299 ada 18 parsel ise 44 m² alanlı ve arsa niteliklidir. Bu iki taşınmaz yan yana bulunmaktadır. Bir bütün halinde kullanılmaktadır. Resmi sözleşmeye göre, bakım alacaklısı ve tarafların ortak miras bırakanı H. K.: 299 ada 17 ve 18 parsel sayılı taşınmazlarını 13.02.2001 tarihinde aynı akitle bakım borçlusu (oğlu) davalıya temlik etmiştir.
Miras bırakanın ölüm tarihi itibariyle adına kayıtlı olan tapulu taşınmazlarla ilgili araştırma yapılmıştır. Buna göre, demirci ilçesi, Yiğitler köyünde 805 parsel sayılı taşınmaz ev niteliği ile 181 m² olarak tam mülkiyet üzere Muris adına kayıtlıdır. Yine, Demirci ilçesi, Yiğitler köyünde 474 parsel tarla vasfıyla 14160 m² olup bunun 3/120 payı murise aittir. Bunun karşılığı 354 m² dir. Yiğitler köyündeki 660 parsel sayılı taşınmaz tarla niteliğindedir. 10100 m² dir. Bunun 3/20 payı murise aittir. Karşılığı 1515 m² dir. Yiğitler köyü 144 parsel ise tarla niteliğindedir. 424 m² dir. 3/20 payı murise aittir. Pay karşılığı 63.6 m² ye isabet etmektedir. Muris adına kayıtlı köydeki tüm taşınmazlardaki payların karşılığı toplam 1933 m2’dir.
Dava konusu 299 ada 17 ve 18 parsel sayılı taşınmazların temlik tarihi itibarıyla arsa değerleri toplamı 40.366 TL ‘dir. Üzerlerindeki yapı değeri ise 37.675 TL’dir. Arsa ve yapı değeri toplamı 78.041 TL’dir. Yine, dava konusu 17 ve 18 nolu parsellerin dava tarihi itibarıyla asa değerleri 150.00, TL dir. Yapı değerleri ise 140.000 TL dir toplam değerleri 290.00 TL ‘dir.
Buna karşılık murisin uhtesinde kalan ve ölüm tarihi itibarıyla davacılar ile davalının miras payları oranında paydaş olacakları taşınmazların temlik tarihindeki değerlerine gelince; 805 parselin 2001 tarihindeki değeri 4844 TL’dir. Dava tarihindeki değeri 18.00 TL’dir. 474 parseldeki murisin payına isabet eden kısmın dava tarihindeki değeri 142,00 TL’dir. 660 parseldeki murisin payına isabet eden kısmın dava tarihindeki değeri 606,00 TL’dir. 144 parseldeki murisin payına isabet eden kısmın dava tarihindeki değeri 25,00 TL’dir.
Davacı tanıkları dinlenmiştir. İ. K. ( davacı F.’nin oğlu , davalının yeğeni, murisin torunu) beyanında özetle; “.. miras bırakan dedem ölmeden 2 yıl önce felç geçirdi, felç geçirmeden önce davalı dayım ile birlikte oturuyordu, o zaman bakıma muhtaç değildi, felç geçirdikten sonra SSK yönünden annemin üzerinden bakılıyordu, annem işten ayrılınca teyzem N. üzerinden bakıldı, murisin evdeki bakımını annem ve teyzemler yaptı, dava konusu ev ve dükkanı dedemin dayıma bakmak karşılığı verdiğini duyduk, ne şekilde verdiğini bilmiyoruz, bu işlemin kız çocuklarından mal kaçırma amacına yönelik olduğunu biliyorum, köyümüzde mal kaçırmaya yönelik bir uygulama yoktur. Esasen, dayım iflas etmiş idi, dedemi ikna ederek tapuda bu işlemi yaptırmıştır. Dedemin felç olmadan önce özel bakıma ihtiyacı yoktu, felç olduktan sonra sırası ile annem, teyzemler ve davalı dayım evlerine götürerek baktılar… “ şeklinde beyanda bulunmuştur. Tanık C. K. ( davalı M.’in eşi , murisin damadı) beyanında özetle; Muris ölmeden 2 yıl önce felç oldu, bu 2 yıllık dönem içinde dönüşümlü olarak kızları ve davalı oğlu 2 ‘ şer aylık dönemlerle baktılar, Muris felç olmadan önce davalı ile kalırdı, sağlık durumu iyi idi, murisin herhangi bir maaşı yoktur, köydeki tarlalarının haricinde taşınmazı da yoktur. Bir traktörü vardı, sattı, parası ile oğluna traktör aldı, şeklinde açıklamada bulunmuştur. Tanık N. K., (tarafların amca çocuğudur) yanların murisinin ölmeden önce çiftçilik ile iştigal ettiğini, murisin taşınmazlarının bulunduğunu, hayvanlarının olduğunu, bu hayvanlarını satarak dava konusu arsaları satın aldığını, davalının Muris ile yaşamaya başladığını açıklamıştır. Davalı tanıklarından S. Ç. ise tarafların akrabası olup murisin hiçbir yerden geliri olmadığını, davaya konu, ev ve arsanın davalı tarafından satın alındığını, esasen murisin traktörü ile çalışarak arsayı aldığını, dükkan ile evin yapıldığını söylemiştir. Tanık A. S., Z. D., S. A., H. İ. ve İ. E. benzer açıklamalarda bulunmuşlardır.
Açıklanan olgular tarafların ve mahkemenin bilgisi dahilindedir. Uyuşmazlık 13.02.2001 tarihinde, tarafların ortak miras bırakanının, şehir merkezindeki arsa nitelikli üzerinde 2 katlı bina bulunan taşınmazlarını davalı oğluna, tapuda, ölünceye kadar bakma akti ile temlik etmesi nedeniyle bu işlemin muvazaalı olup olmadığında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere muvazaa en kısa anlatımla irade ile beyan arasında kasten yaratılan çelişkidir. Bu gibi bir işlemde murisin muvazaasının belirlenmesi diğer bir deyişle gerçek iradesinin anlaşılabilmesi için yukarıda açıklandığı üzere temlik tarihi itibarıyla murisin yaşının, fiziki ve genel sağlık durumunun, aile koşulları ve ilişkilerinin, elinde kalan mal varlığı miktarının, temlik edilen malın tüm muamelakine oranının ve bunun makul sayılabilecek sınırda kalıp kalmadığının mevcut deliller ile açıklığa kavuşturulması gerekir.
Somut olayda, miras bırakan 1924 doğumlu olup, tapuda temlik işleminin yapıldığı tarihe göre 77 yaşındadır. Ölüm tarihi itibarıyla 84 yaşında olmaktadır. Dosyada mevcut bilgilere göre murisin eşi kendisinden önce ölmüştür. Davacı kız çocukları, evlenerek eşlerinin bulunduğu yerlere gitmişlerdir. Murisin Bağkur, emekli Sandığı, SSK gibi sosyal güvenlik kuruluşlarından almış olduğu herhangi bir maaşı ve sosyal güvencesi bulunmamaktadır. Köyde yalnız kalan miras bırakan aynı evi paylaşan davalı oğlu ile yaşamak zorundadır. Öte yandan, gerek 1. Hukuk Dairesinin bakmakta ve karara bağlamış olduğu yüzlerce benzer dosyada ve Hukuk Genel Kurulundan geçen onlarca emsal dosyada ki bilgi ve belgelerden anlaşılacağı üzere ülkemizdeki yaygın anlayış tarzına göre ailenin devamı niteliğinde görülen ve soyadını taşıyacak olduğuna inanılan erkek çocuklarının kız çocuklarından genelde üstün tutulduğu, bu amaçla miras bırakanların kendi adlarına kayıtlı tapulu taşınmazlarını ve bunun gibi mallarını erkek çocuklarına veya onların eşine yada erkek çocuktan olma torunlarına temlik ettikleri bilinen bir vakadır. Murisinde bu duygu ve düşüncelerle hareket ettiği anlaşılmaktadır.
Öte yandan, temlike ve davaya konu taşınmazlar ilçe merkezinde caddeye cepheli kıymetli taşınmazlardır. Buna karşılık murisin adına kayıtlı köydeki taşınmazlardan birisi eski köy evi niteliğinde, diğerleri de tarla vasfında olup tarla nitelikli taşınmazlardaki murisin toplam hissesi 1933 m2 ‘dir. Dolayısıyla, bu miktardaki bir taşınmazın ekilip sürülmesinde elde edilecek gelir en çok o tarlayı eken kişinin yıllık ihtiyaçlarının bir kısmını karşılayabilecek nitelikte olabilir. Esasen bu konu ziraatçi bilirkişiden alınacak rapor ile tespit edilmesi gerekirdi. Böyle bir araştırma yapılmamıştır. Dolayısıyla davaya konu taşınmazların temlik tarihindeki ve d ava tarihindeki değerleri arasında aşırı oransızlık bulunmaktadır. Yine, dava konusu taşınmazların dava tarihindeki değerleri ile murisin uhtesinde kalan ve tereke malı haline gelen taşınmazların dava tarihindeki değerleri dikkate alındığında fahiş bir oransızlık bulunmaktadır. Davalı savunmasında murisin son 1 yıl felçli olduğunu açıklamıştır. Davacı tanıkları ise murisin son 2 yıl felçli olduğunu, sosyal güvencesi bulunmayan murisin sağlık hizmetlerinin davacı kızları SSK’lı olduğu için onların üzerinden kamu hastaneleri ve sağlık kuruluşlarında bakım ve tedavisinin yapıldığı tarafların kabulündedir. Kaldı ki, felçli olduğu dönemde ortak miras bırakana davacı kızları ile davalı oğlu 2’şer aylık süre ile dönüşümlü olarak kendi evlerinde bakmışlardır. Tüm bu maddi veriler dikkate alındığında Dairenin bozma kararında ölçüt olarak bildirilen ve yukarıda yazılan koşullar davacılar lehine gerçekleşmiştir. Bir başka anlatımla, somut olayda, Muris Muvazaası tüm koşullarıyla belirtilen şablona uygun olarak vücut bulmuştur. Esasen, davalının cevap dilekçesinde ki açıklamaları da tevilli olarak işlemin muvazaalı olduğunu ortaya koymaktadır. Şöyle ki, “ aksi kanıt hasıl olduğu takdirde binaların kendisi tarafından yaptırıldığından şimdilik 50.000,00 TL’nin kendisine ödenmesini istemiş “ ancak bu konuda bir karşı dava yada tespit davası açmamıştır. Kaldı ki, evladın atasına bakması ahlaki görevlerindendir. Bir başka anlatımla, murisin temlike konu hiçbir malı olmadığı takdirde davalı oğlunun veya davacı kızlarının miras bırakanlarını sokakta bırakması örf ve adete, ahlaki değerlere aykırı olur.
Hal böyle olunca, Yargıtay 1. hukuk dairesinin bozma kararı kendilerinin benzer yüzlerce içtihatlarına, bozma kararında belirtilen ve arandığı açıklanan ölçütlere ve özellikle dosyadaki takdiri ve yazılı delillere , bilirkişi raporlarına son derece de aykırıdır. Dolayısıyla Hukuk Gelen Kurulunun oy çokluğu ile bozma şeklinde tecelli eden kararı da dosyadaki verilere, yerleşmiş içtihatlara aykırı olduğu kanaatindeyiz. Belirttiğimiz sebeplerle Hukuk Genel Kurulunun çoğunluğu tarafından benimsenen bozma gerekçelerine açıkladığımız nedenlerle katılamıyoruz.
Netice olarak, mahalli mahkeme kararı somut olaya , yargısal inançlara, özellikle 01.04.1974 tarih, ½ sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına ve dosyasına uygun olup onanması gerektiği kanaatindeyiz.
Hukuk Genel Kurulu 2014/52 E. , 2015/1524 K.
•
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Çatalca 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 08/11/2013
NUMARASI : 2013/417-2013/534
Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Çatalca 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 12.10.2012 gün ve 2012/93E., 2012/276 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 10.04.2013 gün ve 2013/1536 E., 2013/5320 K. sayılı ilamı ile;
(…Dava, Muris Muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve miras payları oranında adlarına tescili isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 72, 73 ,74 ve 75 parsel sayılı taşınmazların 22.09.1965 tarih 196 sıra numarası ile tapuda miras bırakan H.. K.. adına kayıtlı iken, 13.10.1978 tarihinde yapılan tapulama çalışmaları esnasında, Halil tarafından haricen oğulları İsmail, Hüseyin ve Ahmet’e satıldığı açıklanmak ve miras bırakanın muvafakat beyanıda alınmak suretiyle davalılar adına tesbit ve tescilleri yapılmıştır. Bilindiği gibi, gerek 01.04.1974 gün 1/2, gerekse 16.03.1990 tarih 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararlarında açıkça vurgulandığı üzere “Muris Muvazaası, miras bırakanın danışıklı olarak mirasçılarını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memiru önünde idaresine satış doğrultusunda açıklaması halinde, saklı pay sahibi olsun yada olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasıların görünürdeki satış sözleşmesinin BK’nun 18. Maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinde şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek, dava açabilmelerine olanak veren hukuki bir olgu olarak tanımlanmaktadır.”
Çekişmeli 72, 73, 74 ve 75 parsel sayılı taşınmazların davalılar adına olan tapu kayıtları, asıl kayıt sahibi olan ortak miras bırakanın tapulama sırasında tapulama teknisyenleri huzurunda verdiği ve imzası ile tapulama tutanağına bu yerlerin haricen davalılara sattığını ve davalılar adına tesbitine muvafakat ettiğini beyan etmesi üzerine oluşmuştur.
Davacılar, murisin yaptığı bu tararrufun bedelsiz olduğunu ve kendilerinden mal kaçırma amacına yönelik bulunduğunu, taşınmazların davalılar üzerine geçirilmesinde satışın değil, bağışın üstün tutulduğunu, mülkiyetin devrinin muvazaa ile illetli olduğunu, bu itibarla geçersiz olduğundan asıl amaçlanan bağış sözleşmesinin de bu konuda açık bir beyan taşınmadığı için biçim koşulundan yoksun olması sebebiyle geçersiz bulunduğunu ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır.
Gerçekten, tapulu taşınmazlarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi biçimde yapılması TMK,nun 706, BK’nun 213 ve Tapu Kanununun 26.maddesı hükmü gereğidir. Ne varki, gerek 766 sayılı Tapulama Kanununun 32/B maddelerinde, gerekse 9 Ekim 1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanununun l3/B-a maddesinde bu yasaların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle TMK’nun 706 ve BK’nun 213.maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikteki hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmişlir Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazın zilyedi adına tespit ve tesciline muvafakatını bildirmesi, mülkiyetin zilyet adına geçirilip, onun üzerine tespitinin yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir. Eş anlatımla kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyet adına tesbite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir.
Öte yandan HGK’nun 29.11.2006 gün 2006/1-734 esas, 2006/761 karar sayılı yine HGK’nun 16.06.2010 gün 2010/1-282 Esas ve 2010/323 Karar sayılı ihtarlarında “Bir konunun içtihadı Birleştirme Kararı ile aydınlanması, ameli sonuç bakımından o konuda yeni bir yasa çıkarılması anlamına gelmektedir. Nasıl ki, yasa hükümleri uygulanırken tefsirleri ve asıl amacının belirlenmesi gerekmekte ise yine yasa hükmünde olan İçtihadı Birleştirme Kararının da tefsiri mümkün olup, bu durum sonuçları ile bağlayıcı olan İçtihadı Birleştirme Kararının genişletilmesi ve değiştirilmesi anlamına gelmemektedir Bu nedenle İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde Muris muvazaasının oluşabilmesi için taşınmazın tapu sicilinde kayıtlı olması yanında murisin tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olması koşulunun ne anlama geldininin saptanması gerekmektedir. Burada kastedilen irade açıklaması murisin hizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması değil, her ne biçimde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olmasıdır, yani iradenin hangi vasıta ile değil, hangi amaçla tapu memuru önüne geldiği önemlidir,”denilmektedir.
Görüleceği üzere butlan sonucunu doğurarak, murisin temliki tasarruflarının iptaline imkan tanıyan bu tevhidi içtihat kararının uygulanabilmesi için, temliki tasarrufa konu yapılan taşınmazın murisin tapulu malı olması, gerçekte bağışlamak istediği bu malı ile ilgili olarak tapu memuru huzurunda iradesini satış doğrultusunda açıklaması yada yukarıda tarih ve sayısı yazılı HGK Kararlarında da açıklandığı gibi eşdeğer sonuç doğuran Kadastro Kanununun 12/B-a maddesi uyarınca kadastro teknisyeni huzurunda bu doğrultuda beyanda bulunması gerekir.
Somut olayda, ortak miras bırakan tapulama sırasında tapulama teknisyenleri huzurunda verdiği ve imzası ile tapulama tutanağına bu yerleri haricen davalılara sattığını ve davalılar adına tesbitine muvafakat etliğini beyan etmiştir. Kadastro Kanunu 13/B-a maddesine göre Kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görüldüğüne, HGK.nun yukarıda bildirilen kararlarına göre de murisin bizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması şart olmadığına, her ne şekilde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olması önemli olduğuna göre mahkeme gerekçesinde açıklandığı gibi kadastro tutanağına şerh verilmesi suretiyle yapılan işlemlerin 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında kalmadığını söylemek doğru değildir.
Hal böyle olunca; tarafların delilleri toplanmak suretiyle işin esası bakımından karar verilmesi gerekirken mahkemece farklı düşünce ve yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması isabetsiz, davacıların temyiz itirazları bu bakımdan yerindedir…)
gerekçesiyle oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacılar vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; Muris Muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacılar vekili; davacıların annesi Sevde Cingöz’ün babası Muris H.. K..’un dört çocuğu olmasına rağmen Çatalca İhsaniye köyündeki kadastro çalışmaları sırasında kendisine ait olan Çatalca İhsaniye Köyü 72 numaralı parseli 1/3 er hisse olarak, erkek çocukları Ahmet, İsmail ve Hüseyin Karabulut adlarına, 73 parseli A.. K.., 74 parseli İsmail Karabulut, 75 parselin de Hüseyin Karabulut adına tespitten 10 yıl öncesinde 1960 ve 1970 yılında haricen sattığı beyanı ile tespit ve tescil işlemi yaptırdığını, tespit ve tescil işleminin muvazaalı bir işlem olduğunu ve iptali gerektiğini belirterek, dava konusu taşınmazların tapu kaydının iptali ile veraset ilamındaki hisseleri oranında davacılar adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili; davanın öncelikle hak düşürücü süre yönünden reddine karar verilmesi gerektiğini, kadastro tespitinden bu yana taşınmazlara ilişkin herhangi bir itiraz ya da davanın söz konusu olmadığını, tarafların ortak murisi H.. K.. dava konusu taşınmazları tespitten önceki zilyetliklerinde bulunduran çocukları A.. K.., Hüseyin Karabulut ve İsmail Karabulut’a haricen sattığını bu tespite ve kullanım şekline muvafakat ettiğini kadastro teknisyeni huzurunda beyan ederek imzaladığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; tapusuz taşınmazlarda zilyetliğin devrinden ibaret olan temliklerin geçerli olduğu, her hangi bir şekil koşuluna bağlı olmadığı, bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla tapu sicilinde adına kayıtlı bulunan taşınmazı gerçekte bağışlamak istediği halde tapu sicil memurunun önünde iradesini satış doğrultusunda bildirmesi ile ilgili danışıklı temliklerde uygulanan 01.4.1974 tarih ve 1/2 Sayılı İnançları Birleştirme Kararının, öncesi tapusuz olan zilyetliğin devrinden ibaret temliklerde uygulama yerinin olmadığı bu hallerde ancak tenkis istenebileceği gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar, davacılar vekilinin temyizi üzerine; Özel Dairece yukarda başlık bölümünde metni aynen yazılı olan karar ile bozulmuş; mahkemece, önceki gerekçeler tekrar edilerek ve özellikle tapulama teknisyenine verilen muvafakat beyanının resmi memur önünde yapılan satış gibi değerlendirilemeyeceği, zira muvafakat beyanının tek taraflı olup bu beyan sonucunda oluşan kayıtlar bakımından muvazaa iddiasının dinlenemeyeceği ve bu hallerde ancak tenkis istenebileceği gerekçesiyle direnme karar verilmiştir.
Direnme kararını davacılar vekili temyize getirmektedir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; öncesi tapu kaydına dayanan dava konusu taşınmazların kadastro çalışmaları sırasında murisin tapulama teknisyeni huzurunda verdiği tek taraflı muvafakat beyanı ile gerçekleştirilen tespit ve tescil işleminin 01.04.1974 gün ve 1/2 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında Muris Muvazaası olarak kabul edilip edilmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle, muvazaa kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır. İrade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde düzenlenmiştir. Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde “bir aktin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven, gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır” ifadeleri mevcut olup, daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada muvazaa kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır.(Benzer hükmede 6098 sayılı TBK’nun 19. maddesinde yer verilmiştir.)
Gerek öğretide, gerek uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa şeklinde iki gruba ayrılmaktadır. “Muris Muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibarıyla nispi muvazaa türüdür.
01.04.1974 tarih, 1/2 sayılı İBK’da değinildiği gibi, bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılarının, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilecekleri kabul edilmektedir.
Somut olaya gelince; dava konusu taşınmazlar kadastro öncesinde 22.09.1965 tarih, 196 sıra numaralı tapu kaydına göre tapulu taşınmaz olup asıl kayıt sahibi müşterek miras bırakanın tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda verdiği ve imzası tahtında tapulama tutanağına alınan bu yerlerin davalılar adına tesbitine muvafakat beyanı nedeniyle davalılar adına oluşmuştur.
Davacılar, murisin yaptığı bu tasarrufun bedelsiz olup kendilerinden mal kaçırmak amacını sağlamaya yönelik bulunduğunu, taşınmazların davalılar üzerine geçirilmesinde satışın değil bağışın üstün tutulduğunu, mülkiyetin devrinin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptal tescil istemişlerdir.
Gerçekten tapulu taşınmaz mallarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi biçimde yapılması Medeni Kanu’nun 706, Borçlar Kanunu’nun 213 ve Tapu Kanunu’nun 26.maddesi hükümleri gereğidir.
Ancak, gerek 766 sayılı Tapulama Yasası’nın 32/B maddesinde gerekse 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 13/B maddesinde bu kanunların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle Medeni Kanunun 706 ve Borçlar Kanunun 213 maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikte hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir.
Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda taşınmazları sattığı beyanı ile zilyedi adına tespit ve tesciline muvafakatini bildirmesi mülkiyetin zilyet adına geçirilip onun üzerine tapulama tespiti yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir.
Eş anlatımla kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyed adı; tesbite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir.
Yine ifade edilmelidir ki, tescil isteği niteliğinde bulunan malikin, kadastro sırasında, kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazının başka bir şahıs adına tesciline muvafakat beyanı ile mülkiyet lehine tesciline muvafakat bildirilen kişiye hemen geçmez. Bu yerde mülkiyetin geçirilmesi ancak tespit tutanağının kesinleşmesi ile mümkün olabilir.
Kural olarak Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları konuları ile sınırlı, gerekçeleri ile aydınlatıcı ve sonuçları ile bağlayıcıdır. Görüleceği üzere butlan sonucunu doğurarak, murisin temliki tasarruflarının iptaline imkan tanıyan 01.04.1974 tarih, 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için, temliki tasarrufa konu yapılan taşınmazın murisin tapulu malı olması, gerçekte bağışlamak istediği bu malı ile ilgili olarak tapu memuru huzurunda, iradesini satış doğrultusunda açıklaması icap eder.
Oysa somut olayda, dava konusu taşınmazların mülkiyetinin davalılara devrini sağlayacak bir sözleşme mevcut olmayıp tescil isteği niteliğinde bulunan ve tapulama teknisyeni huzurunda yapılan tek taraflı bir tescile muvafakat beyanı mevcuttur. Yorum yolu ile de yukarıda açıklanan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama alanı genişletilemez.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce; Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanması için taşınmazın tapulu olmasının yeterli olduğu, tapulu taşınmazların ortak miras bırakanın tapulama sırasında tapulama teknisyenleri huzurunda verdiği ve imzası ile tapulama tutanağına bu yerleri haricen davalılara sattığına ilişkin muvafakat bildiriminin Kadastro Kanunu’nun 13/B-a maddesine göre resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görüldüğünden murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olmasının yeterli olduğundan kadastro tutanağına şerh verilmesi suretiyle yapılan bu işlemin 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında kaldığının kabulü gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Hal böyle olunca, dava konusu taşınmazların davalılar adına tapu kayıtlarının oluşmasının dayanağının müşterek miras bırakanın tapulama sırasında tapulama teknisyeni huzurunda verdiği ve imzası tahtında tapulama tutanağına alınan bu yerlerin davalılar adına tespitine muvafakatini içeren tek taraflı beyanı olup, taşınmazların davalılara devrini sağlayan bir sözleşme ilişkisi bulunmadığından Muris muvazaasına ilişkin 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanamayacağı anlaşıldığından, yerel mahkemenin usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekir.
S O N U Ç : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 10.06.2015 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
1. Hukuk Dairesi – 2015/1635E – 2015/3655K
düşünüldü: -KARAR- Asıl dava, ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı vasiyetnamenin iptali, olmadığı taktirde tenkis, Muris Muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu ve trafik kayıtlarının iptali ve tescil, olmadığı taktirde bedel, bu da olmadığı taktirde tenkis isteklerine, birleştirilen davalar aynı nedenlerle vasiyetnamenin iptali, tapu kayıtlarının iptali ve tescil, olmadığı taktirde bedel,
Bulunan Kelime : 54Görüntülenme Sayısı : 1086Tıklanılma Sayısı : 81Beğenilme Sayısı : 0Hızlı Erişim Sayısı : 2İndirilme Sayısı : 10
1. Hukuk Dairesi 2015/1635 E. , 2015/3655 K.
•
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : FETHİYE 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 08/01/2014
NUMARASI : 2007/215-2014/1
Taraflar arasında birleştirilerek görülen vasiyetnamenin iptali, tapu iptali ve tescil veya tazminat veya tenkis davası sonunda, yerel mahkemece, asıl ve birleşen davaların kısmen kabulüne, birleşen 2007/448 esas sayılı davanın reddine ilişkin olarak verilen karar asıl davanın davacıları ve davalılar Aysun ve Ümmügülsüm tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 03.02.2015 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz edenler vekili Avukat K.. B..ile temyiz edilen davalı F.. U.. Petrol Turizm Tekstil Gıda Nak. San. ve Tic. A.Ş. vekili Avukat N.. T.. geldiler, davetiye tebliğine rağmen diğer temyiz eden davalı Ü.. U.. vekili Avukat, davalı A.. A.., temyiz edilen davalı A.. T.., davalı E.. B.., davalılar K.. A.. vd. vekili Avukat gelmediler yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Asıl dava, ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı vasiyetnamenin iptali, olmadığı taktirde tenkis, Muris Muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu ve trafik kayıtlarının iptali ve tescil, olmadığı taktirde bedel, bu da olmadığı taktirde tenkis isteklerine, birleştirilen davalar aynı nedenlerle vasiyetnamenin iptali, tapu kayıtlarının iptali ve tescil, olmadığı taktirde bedel, mahrum kalınan kâr bedelinin tahsili, olmadığı taktirde tenkis isteklerine ilişkin olup, mahkemece, asıl ve birleşen davaların kısmen kabulüne, birleşen 2007/448 esas sayılı davanın reddine karar verilmiştir.
Asıl davada davacılar A.. C.., Pınar Yıldırım, mirasbırakan Kamil Arıkan’ın 23.02.2006 tarihinde davalılar Ümmügülsüm, Sevinç ve Aysun lehine belirli mal vasiyetinde bulunduğunu, anılan vasiyetnamenin Fethiye 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2006/877 Esas sayılı dosyası ile açıldığını, murisin bu vasiyeti ile 12.05.1999 tarihinde yapılan ilk vasiyetini değiştirdiğini, murisin ikinci vasiyetnameyi tanzim ettiği tarihte 88 yaşında olup, fiil ehliyetini haiz bulunmadığını, 10 yıldır davalı Ümmügülsüm’ün bakım ve gözetimi altında olan murisin onun etki ve telkinleri ile vasiyetnameyi düzenlediğini, yine murisin mirasçıdan mal kaçırmak amacıyla 495, 496, 471, 321, 330, 600, 8 parsel sayılı taşınmazlar ile 48 F.., 48 FF.. ve 48 FF.. plaka sayılı araçlarını satış ve bağış suretiyle davalılara temlik ettiğini, davalıların da aralarında muvazaalı devirler yaptıklarını, murisin satış ihtiyacı olmadığını, saklı payın ihlal edildiğini, davalıların muvazaayı bilen kişiler olup, alım güçlerinin bulunmadığını ileri sürerek ehliyetsizlik nedeniyle vasiyetnamenin iptaline, olmadığı taktirde tenkisine, Muris Muvazaası nedeniyle tapu ve araç kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline, olmadığı taktirde bedellerinin tahsiline, bu da olmadığı taktirde tenkisine karar verilmesini istemişler, yargılama sırasında 48 FF.. plaka sayılı araç yönünden davadan feragat etmişlerdir.
Birleştirilen 2007/399 Esas sayılı davada davacı S.. A..; asıl davadaki iddialar gibi Muris Kamil Arıkan’ın 23.02.2006 tarihinde tanzim ettiği vasiyetnamenin ehliyetsizlik nedeniyle iptaline karar verilmesini istemiştir.
Birleştirilen 2007/448 Esas sayılı davada davacı Ü.. U.., mirasbırakan K.. A..’ın mirasçıdan mal kaçırmak amacıyla 194 ada 13 parsel sayılı taşınmazı oğlu M.. A..’a satış suretiyle temlik ettiğini, saklı payının ihlal edildiğini ileri sürerek tapu kaydının iptali ile terekeye döndürülmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Birleştirilen 2007/543 Esas sayılı davada davacılar K.. A.. ile A.. Ü.., mirasbırakan K.. A..’ın mirasçıdan mal kaçırmak amacıyla 321, 495, 496, 194 ada 13, 471 parsel sayılı taşınmazları satış ve hibe ile davalılara temlik ettiğini, yine murisin 23.02.2006 tarihli vasiyetnameyi tanzim ederek kendilerini miras hakkından yoksun bıraktığını, vasiyetnamenin kızı Ü..’ün baskı ve telkinleri ile düzenlendiğini, iradesinin fesada uğratıldığını ileri sürerek Muris Muvazaası nedeniyle tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline, olmadığı taktirde bedellerinin faizi ile birlikte tahsiline, vasiyetname ile davalılara yapılan kazandırmaların iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline, tüm gayrimenkul, menkul ve ticari işletmelerin gelir ve iratlarının tasarruf tarihinden dava tarihine kadar faiziyle tahsiline, olmadığı taktirde tenkisine karar verilmesini istemişlerdir.
Davalı Ümmügülsüm, vasiyetnamenin resmi şekle uygun olarak tanzim edildiğini, o tarihte murisin fiil ehliyetini haiz olduğunun doktor raporu ile belirlendiğini, saklı payın ihlal edilmediğini, murisin oğullarına da devirler yaptığını, kendisine devredilen G..’ ndaki akaryakıt istasyonunun değerinin düşük olduğunu, eşi Adnan tarafından murise ait işletmelerin borcu ödendiği için devrin yapıldığını, tarafından da taşınmazı kârlı bir işletme hâline getiren davalı U.. A.Ş.’ye devredildiğini, 471 sayılı parseldeki payın ise tapu kaydındaki yanlış yazılımı düzeltmek için annesinin isteğiyle muristen kendisine temlik edildiğini, diğer 321 ve 330 sayılı parsellerin ise murisin satış ihtiyacı nedeniyle devirlerinin yapıldığını, mal kaçırma amacının bulunmadığını, murisin diğer çocukları lehine yaptığı kazandırmalarla eşitlenmesine çalıştığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalı Aysun, davacı S.. A..’ın vasiyetnamenin iptali için açtığı davayı kabul ettiğini, 23.02.2006 tarihli vasiyetnamenin tanzimi tarihinde murisin fiil ehliyetini haiz olmadığını, diğer mirasçı davalılar lehine yapılan temliklerin ise mirasçıdan mal kaçırma amaçlı olup iptalinin gerektiğini beyan etmiştir.
Davalı U.. Turizm San. Tic. A.Ş.; dava konusu taşınmazı ticari gelenekler doğrultusunda satın aldıklarını, muvazaanın söz konusu olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalılar Sevinç ve Kamil Hakkı; murisin 23.02.2006 tarihli vasiyetnameyi tanzimi tarihinde fiil ehliyetini haiz olmadığını, murisin bir kısım taşınmaz temliklerini kızı Ümmügülsüm’ün baskı ve telkinleri ile mal kaçırmak için yaptığını, murisin ölümünden önceki 1 yıl içinde yapılan hibenin yasa gereği terekeye döndürülmesi gerektiğini, 495 ve 496 sayılı parsellerin devirlerinin murisin isteği ile bedelsiz yapıldığını, davalı Kamil Hakkı’nın muvazaanın tarafı olmadığını, davalı Sevinç’e yapılan taşınmazların ve araçların devrinin ise muvazaalı olmadığını, bedellerinin ödendiğini belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Davalılar, Esat ve Ayşe ise yargılamaya katılmadıkları gibi davaya cevap da vermemişlerdir.
Mahkemece, murisin 23.02.2006 tarihli vasiyetnameyi tanzim ettiği tarihte ve çekişme konusu 330, 321 ile 471 sayılı parsellerin devri tarihlerinde fiil ehliyetini haiz olmadığının Adli Tıp Kurumu raporu ile belirlendiği, vasiyetin ve anılan taşınmaz devirlerinin bu nedenle iptali gerektiği, 48 FF 236 plaka sayılı araç bakımından davadan feragat edildiği, diğer araçların devri ile 495, 496, 600, 8 ve 194 ada 13 parsellerin temliki bakımından muvazaa iddiasının ispatlanamadığı, salt bedeller arasındaki farkın tek başına muvazaanın kanıtı sayılamayacağı, murisin ilk vasiyetnamesinden rücu ettiği tarihte de ehliyetsiz olup vasiyetten rücunun iptaline yönelik bir talep bulunmadığı, tanık beyanlarına göre murisin Ş.. Adasındaki taşınmazla ilgili tasarrufunun mirasçılar arasında denkleştirme amaçlı yapıldığı, M..D.. mevkii ve akaryakıt istasyonuna ilişkin temliklerin ise bedelli ve gerçek satış olduğu gerekçesiyle asıl ve birleştirilen davaların kısmen kabulüne, birleştirilen 2007/448 esas sayılı davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; mirasbırakan K.. A..’ın 23.02.2006 tarihli vasiyetten rücu tutanağı ile 12.05.1999 tarihli, 9758 numaralı vasiyetnamesinden rücu ettiği, aynı gün bir sonraki yevmiyeli işlemle yeni vasiyetname tanzim ettiği, anılan 23.02.2006 tarihli vasiyetnamenin Fethiye 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 19.04.2007 tarih, 2006/837 Esas, 2007/306 Karar sayılı kararı ile okunup, açılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Öte yandan; İstanbul Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu’nun 29.01.2010 tarihli raporu ile Muris K.. A..’ın “Alzheimer Tipi Demans” nedeniyle akli arızaya musap olduğu,
12.05.1999 tarihli vasiyetnameden rücu tutanağının düzenlendiği ve yeni bir vasiyetname tanzim ettiği 23.02.2006 tarihinde fiil ehliyetini haiz olmadığının tespit edildiği görülmektedir.
Diğer taraftan; mirasbırakanın çekişme konusu 495 ve 496 parsel sayılı taşınmazları 22.11.1994 tarihli akitle torunu Kamil Hakkı’ya, onunda 496 sayılı parseli 22.01.1998 tarihli akitle, 495, sayılı parseli ise 06.02.1998 tarihli akitle murisin kızı Ümmügülsüm’e, Ümmügülsümün de 19.10.2001 tarihli akitle U.. Koll. Şti:’ye; 496 parselin 26.07.2000 tarihli akitle davalı U.. Koll. Şti:’ye, şirketin de 19.10.2001 tarihli akitle davalı Ümmügülsüm’e yeniden temlik ettikleri, taşınmazın ondan 12.10.2004 tarihli akitle A..O.. U..’a, ondan da 15.01.2007 tarihli akitle akrabası davalı Aysel’e satış suretiyle aktarıldığı dava konusu 471 sayılı parseli murisin 12.05.2006 tarihli akitle kızı Ümmügülsüm’e hibe suretiyle yine murisin 321 ve 330 parselleri 11.03.2005 tarihli akitle kızı Ümmügülsüm’e, devrettiği, onun da 15.01.2007 tarihli akitle tanıdıkları davalı Esat’a satış suretiyle aktardığı, ayrıca, çekişme konusu 600 sayılı parsel ile 8 sayılı parselin 245/4100 payını murisin 22.11.1994 tarihli akitle davalı Ümmügülsüm’e, onunda 01.06 1998 tarihli akitle gelini davalı Sevinç’e satış suretiyle temlik ettikleri; çekişme konusu 194 ada 13 sayılı parselin ise muristen 09.12.1993 tarihli akitle intifa hakkı üzerinde tutulup kuru mülkiyeti oğlu bir kısım davalılar mirasbırakanı M.. A..’a satış suretiyle temlik edildiği, dava konusu araçların devrine ilişkin kayıtların ve imar uygulaması gören 600 ile 8 parsellerin de, son durumlarını ve mülkiyet bilgilerini gösterir çap (tapu) kayıtlarının ise dosya içinde bulunmadığı 194 ada 13 sayılı parselin bir kısım davalılar murisi M.. A..’a devredildiği gün murisin banka hesabına anılan parselin satış bedeli olarak 25.000.000 TL bedelin yatırıldığı, diğer taraftan, 13.12.1998 tarihinde Muris ile oğlu Mehmet Arıkan arasında 499 parsel sayılı taşınmazda kurulu akaryakıt istasyonunun işletilmesi bakımından ortaklık sözleşmesi yapıldığı, bu sözleşmenin de 09.12.1993 tarihinde feshedildiği ve Muris ile oğlu Mehmet’in birbirlerini ibra ettikleri görülmektedir.
Yukarıda açıklanan olgular ile, mirasbırakan K.. A..’ın 23.02.2006 tarihli vasiyetnameyi tanzim ettiği tarihte fiil ehliyetini haiz olmadığının Adli Tıp Kurumu Raporu ile belirlenerek ve 471 sayılı parseli temlik ettiği tarihte de fiil ehliyetinin bulunmadığının kabulü ile asıl davanın ve birleşen Fethiye 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/543 esas sayılı dosyasındaki davanın vasiyetnamenin iptali ve 471 sayılı parselin iptal ve tescil istekleri bakımından ve birleşen Fethiye 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/399 esas sayılı dosyasındaki davanın da vasiyetnamenin iptali isteği bakımından kabulüne karar verilmesi, öte yandan, Muris Kamil’in oğlu M.. A..’a çekişme konusu 194 ada 13 parsel sayılı taşınmazı temlikinin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olmadığı, anılan 194 ada 13 parselin devrinin bedeli karşılığı yapıldığı belirlenerek birleşen Fethiye 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/448 esas sayılı dosyasındaki davanın reddine ve asıl davada davacıların yargılama sırasında 48 FF.. plaka sayılı araca yönelik davalarından feragat ettikleri gözetilerek bu araç bakımından da asıl davanın reddine karar verilmiş olması doğrudur. Davacılar ve davalıların bu yönlere ilişkin temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine.
Davacıların ve davalıların öteki temyiz itirazlarına gelince; bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide “Muris Muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun(TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun(TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olayda, Muris K.. A..’ın Fethiye’nin zenginlerinden olup, satış ihtiyacının bulunmadığı, satış bedelleri ile gerçek bedeller arasında fahiş fark olduğu, davalıların savunması ve tanık beyanları ile taşınmazların temliklerinin bedelsiz olduğu, murisin tüm mirasçıları arasında hak dengesini gözetir, kabul edilebilir bir paylaştırma yapma iradesi ile hareket ettiğinden de söz edilemeyeceği açıktır.
Öyleyse, yukarıda açıklanan ilkeler ve olgular birlikte değerlendirildiğinde Muris K.. A..’ın çekişme konusu 495, 496, 321 ve 330 parsel sayılı taşınmazları davalılara temlikinin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu, ara maliklerin ve son kayıt maliki davalıların muvazaayı bilen ve bilmesi gereken kişiler konumunda bulundukları sonucuna varılmaktadır.
Bilindiği üzere; 01.04.1974 tarihli, ½ sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının, bizzat mirasbırakanın üzerinde tapuda kayıtlı olan taşınmazlarını kendisi ya da vekili (temsilcisi) aracılığıyla aslında bağış olduğu halde satış biçiminde temlik etmesi durumunda uygulama olanağı bulacağında kuşku yoktur.
O hâlde, dava konusu 48 F.. ve 48 FF.. plakalı sayılı araçların davalı Sevinç’e devri iddiası bakımından Muris Muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğinde bulunulması mümkün değildir. Ancak; BK’nın 18. maddesi (TBK’nın 19. maddesi) ile genel muvazaa düzenlenmiş olup, anılan maddede“…..tarafların akitteki gerçek maksatlarını gizlemek için kullandıkları sözlere ve isimlere bakılmayacağı, gerçek ve ortak maksatların aranması gerektiği” düzenlemesine yer verilmiştir.. Sözleşmenin bu biçimde yapıldığı iddiası her türlü delille kanıtlanma olanağına sahiptir. Özellikle, resmi sicillere bağlı tutulan malların muvazaalı devrinde BK’nın 18. maddesinin (TBK’nın 19. maddesi) uygulanabileceği ve muvazaa iddiasının araştırılacağı yasal ve yargısal uygulama gereğidir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12.05.2009 günlü ve 1999/4-286 esas, 1999/293 karar sayılı kararında da aynı görüş benimsenmiştir.
Hâl böyle olunca; dava konusu 600 ve 8 parsel sayılı taşınmazların imar uygulaması sonucu oluşan çap (tapu) kayıtlarının merciinden getirtilerek son durum mülkiyet bilgileri tespit edildikten sonra çekişmeli 600, 8 (bu parsellerin imar parselleri bakımından tespit edilecek duruma göre) ve 495, 496, 321, 330 parsel sayılı taşınmazlar bakımından temliklerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu gözetilerek asıl ve birleşen Fethiye 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/543 esas sayılı davalarının iptal ve tescil isteği bakımından kabulüne, öte yandan 48 F.. ve 48 FF.. plaka sayılı araçlar bakımından araç satış sözleşmelerinin temini ile muristen davalı Sevinç’e temlik edilip edilmediği belirlendikten sonra BK’nın 18. maddesi (TBK’nın 19. maddesi) kapsamında değerlendirme yapılıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.
Kabule göre de, davalıların kendilerine temlik edilen taşınmazların değeri ve dava konusu edilen miras payına göre harç ve vekalet ücretinden ayrı ayrı sorumlu tutulmaları yerine tüm taşınmazlar bakımından müteselsilen sorumlu tutulmaları da doğru değildir.
Davacılar Pınar ve Aylin ile davalılar Ümmügülsüm ve Aysun’un bu yönlere ilişkin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 31.12.2014 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden taraflardan davacılar vekili için 1.100.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin diğer temyiz eden davalılardan alınmasına, 17.03.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu – 2011/359E – 2011/405K
mahkemece varlığı kabul edilip, Dairece de bozma dışı bırakılan Muris Muvazaası hakkında genel bir açıklama yapılmasında fayda vardır: Muris Muvazaası, niteliği itibariyle 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 18. maddesinde düzenlenen bir nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaadır. Mevsuf muvazaada, yanlar, görünürdeki muvazaalı işlemin altında,
Bulunan Kelime : 47Görüntülenme Sayısı : 1232Tıklanılma Sayısı : 107Beğenilme Sayısı : 0Hızlı Erişim Sayısı : 1İndirilme Sayısı : 37
Hukuk Genel Kurulu 2011/4-359 E. , 2011/405 K.
•
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Hayrabolu Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 13.10.2010
NUMARASI : 2010/231 E-2010/245 K.
Taraflar arasındaki “tasarrufun iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Hayrabolu Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 04.03.2009 gün ve 2007/298-2009/31 sayılı kararın incelenmesi, davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesi’nin 29.04.2010 gün ve 2009/9329 -2010/5005 sayılı ilamı ile;
(“…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalıların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2-Diğer temyiz itirazına gelince; dava, danışıklı (muvazaalı) satış işleminin iptali ile satılan traktörün mirasbırakanın kalıtına (terekesine) katılması istemi kabul edilmediği takdirde, traktör bedelinin payları oranında davacılara ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istem kabul edilmiş; karar, davalılar tarafından temyiz olunmuştur.
Davacılar, mirasbırakanları İsmail Turan’ın adına kayıtlı bulunan traktörü, mirastaki saklı payı ortadan kaldırma amacıyla danışıklı olarak mirasçı olmayan davalı torunlarına sattığını belirterek istekte bulunmuşlardır.
Yerel mahkemece, mirasbırakan tarafından yapılan satış işleminin danışıklı olduğu kabul edilerek, satışı yapılan traktör bedelinin miras payları oranında davacılara ödenmesine karar verilmiştir.
Davacılar, danışık iddiasına dayanarak seçenekli istemde bulunduklarına ve davalılara yapılan satım işleminin danışıklı olduğu kabul edildiğine göre; davacıların, danışıklı işlem ile satılan traktör üzerinde miras payları oranında pay sahibi olduklarının tespitine karar verilmesi gerekir.
Yerel mahkemece açıklanan yön gözetilmeyerek, yerinde olmayan gerekçeyle, yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…”)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davalılar vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, muvazaalı satış işleminin iptali ile satılan traktörün miras bırakanın terekesine iadesi, istem kabul edilmediği takdirde, traktör bedelinin miras payları oranında davacılara ödetilmesi istemine ilişkindir.
Yerel mahkemece, traktörün murisin terekesine iadesinin mümkün olmadığı, gerekçesiyle traktörün dava tarihindeki değeri üzerinden davacıların miras hisselerine tekabül eden kısmının davalılardan tahsiline karar verilerek, dava tazminat yönüyle hükme bağlanmıştır.
Bu hüküm davacılar tarafından temyiz edilmemiş; davalılar vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçeyle bozulmuş; yerel mahkemece önceki kararda ısrar edilmekle, hükmü, davalılar vekili temyize getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmede, öncelikle kararın mahiyetine göre traktörün terekeye iadesi ile ilgili olarak direnme kararını temyizde davalıların hukuki yararının bulunup bulunmadığı tartışılmış, hukuki yararlarının bu temyiz nedenine dayalı olarak bulunmadığı oyçokluğu ile kabul edilmiştir.
Tazminatla ilgili olarak işin esasına gelince;
İşin esası yönünden yapılan değerlendirmenin davalıların tazminat kararına yönelik temyiz istemlerinde hukuki yararının olduğuna ilişkin belirlemeyle sınırlı yapılması gerektiğinin öncelikle vurgulanması gerekir.
Bu yönüyle direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, yerel mahkemece danışıklı olduğu kabul edilen işlem ile satılan traktör üzerinde davacıların miras payları oranında pay sahibi olduklarının tespitine de karar verilmesinin zorunlu olup olmadığı ile, eda hükmünün tespit hükmünü de içerip içermeyeceği, tazminata hükmedilmiş olmasının yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın bu haliyle, öncelikle; mahkemece varlığı kabul edilip, Dairece de bozma dışı bırakılan Muris Muvazaası hakkında genel bir açıklama yapılmasında fayda vardır:
Muris Muvazaası, niteliği itibariyle 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 18. maddesinde düzenlenen bir nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaadır. Mevsuf muvazaada, yanlar, görünürdeki muvazaalı işlemin altında, hüküm ve sonuç yaratmasını istedikleri başka bir işlem yaparlar. Bu maddeye göre, “ bir akdin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır.
Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.”
Borçlar Kanunu’nun 18. ve Türk Medeni Kanunu’nun 2.maddelerine göre, hukuki işlemlerde bildirimde bulunanın kullandığı sözlere bakılmayarak, objektif iyiniyet kuralları gereğince kendisine karşı bildirimde bulunulanın sözlerinden ne gibi bir anlam çıkarması gerekiyorsa, ona uygun yorum yapılmalıdır (Özuğur,Ali İhsan, Açıklamalı-İçtihatlı Tenkis, Mirasta Denkleştirme ve Muvazaa Davaları, 2005, s.306).
Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini, genellikle satış veya ölünceye kadar bakma akdi ile gizlerler. Görünüşteki sözleşmenin vasfı, tamamen değiştirildiğinden Muris Muvazaası aynı zamanda tam muvazaa özelliği de taşır ( Özkaya,Eraslan, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, 1999, s.293 ).
Muris Muvazaası ile taraf Muvazaası arasında kasıt yönünden farklılık vardır. İlkinde, mirasçıları, diğerinde ise üçüncü kişileri aldatma ve zarar uğratma kastı vardır. Bu nedenle Muris muvazaasında, murisin mirastan mal kaçırmak amacıyla hareket edip etmediği önemlidir. Bunun dışında mirasçıların kim olduğunun önemi yoktur.
Muris Muvazaası, dört unsurdan oluşur:
1-Miras bırakanın, mirasçısından mal kaçırmak için karşı tarafla anlaşarak gerçek iradesine uygun düşmeyecek ve sonuç doğurmayacak biçimde düzenlediği, tarafların aralarında düzenledikleri muvazaa anlaşması ile geçersiz olduğunu kabul ettikleri görünüşteki sözleşme,
2-Mirasçılarını aldatma kastı,
Burada, aldatılan mirasçının temlik tarihinde mirasçı olup olmamasının herhangi bir önemi yoktur. Temlik tarihinde, miras bırakanın aldatma amacı güttüğü bir mirasçısının bulunması ve iptal davasının açıldığı tarihte de mirasçı sıfatını taşıması yeterlidir.
Çünkü, görünüşteki işlem, tarafların gerçek iradelerini yansıtmadığı için, hukuki sonuç doğurmamaktadır. Müeyyidesi mutlak butlan olan ve başlangıcından itibaren hükümsüzlük ifade eden işlem, onay veya zaman geçmekle geçerlilik kazanmayacağına göre, işlemden sonra mirasçılık sıfatı alan kişiler için de geçerli hale gelmez ( Özuğur,Ali İhsan, Açıklamalı-İçtihatlı Tenkis, Mirasta Denkleştirme ve Muvazaa Davaları, 2005, s.309).
3-Miras bırakan ile karşı taraf arasındaki görünüşte yapılan sözleşmenin niteliğini değiştiren, hiç bir şekil şartına bağlı olmayan, tarafların beyanları ile iradeleri arasında bilerek meydana getirdikleri, uyumsuzluğu açıklayan muvazaa anlaşması,
4-Miras bırakan ile karşı tarafın gerçek iradelerine uygun olan ancak saklanan ve genellikle bağış sözleşmesi şeklinde yapılan gizli sözleşme. Taşınır mallarla tapusuz taşınmazların devrine ilişkin gizli sözleşme şekle tabi değildir ancak tapulu taşınmazlarda geçerli olması için gizli sözleşmenin resmi şekilde yapılması gereklidir. Şekle aykırılık, yargılamanın her safhasında taraflarca ileri sürülebilir, hakim tarafından da re’sen dikkate alınır.
Muris Muvazaası, Borçlar Kanunu’nun 18. maddesi dışında herhangi bir yasal düzenlemeye tabi tutulmamıştır. Kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve ilmi görüşlerden almakta ise de esas dayanağını, 01.04.1974 tarih ve 1974/1-2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı oluşturmaktadır. Bu kararda belirlenen ilkeler, daha sonra kabul edilen 22.05.1987 tarih, 1986/4 Esas 1987/5 Karar sayılı ve 16.03.1990 tarih, 1989/1 Esas 1990/2 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararlarında da kabul edilmiş, bundan böyle uygulamalar bu ilkeler doğrultusunda gelişme göstermiştir ( Özkaya,Eraslan, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, 1999, s.294 ).
01.04.1974 tarih ve 1974/1-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre, bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmazını hakkında, tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde, yani, gerçekte bağışladığı taşınmazını, tapu sicil memurluğunda satış gibi göstererek devir ve temlik etmişse, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak danışıklı (muvazaalı) olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilirler.
Bu dava hakkı, geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanun’un 507. ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmaz.
Ancak akıldan çıkarılmaması gereken husus, anılan İçtihadı Birleştirme Kararı’nın, sadece miras bırakanın, tapulu taşınmazlarının devir ve temliklerinde yapmış olduğu muvazaalı işlemler için geçerli olduğudur. 2918 sayılı Yasa gereğince trafik siciline tescili zorunlu araçlar dışındaki araçlar ve taşınır mallar ile tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların temliklerinde gizli bağış sözleşmesi şekle bağlı olmayıp geçerli bulunduğu ve zilyetliğin devri ile mülkiyet karşı tarafa geçtiğinden bu içtihatların uygulama yeri yoktur (Eraslan ÖZKAYA, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, 1999, s.294-Özuğur, Ali İhsan, Açıklamalı-İçtihatlı Tenkis, Mirasta Denkleştirme ve Muvazaa Davaları, 2005, s.315).
Aynı şekilde, menkul malların zilyetliği, bağışlama ile devredilmiş veya bağışlama konusunda yazılı bir taahhüt alınmış ve menkul mal karşı tarafa teslim edilmişse, artık, muvazaa nedenine dayalı iptal davası açma olanağı kalmamış demektir. Muris Muvazaası hükümlerinin ve ispat vasıtalarının, menkullerde uygulanma olanağı yoktur. Murismuvazaasına dayalı iddialar, yukarıda açıklanan 01.04.1974 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında ve sadece tapuya kayıtlı taşınmazlar hakkında ileri sürülebilir ve davayı miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar açabilir. Davacı mirasçılar, üçüncü şahıs konumunda oldukları ve payları oranında iptal ile tescil talep edebilecekleri için, açılan davaya tüm mirasçıların katılmasına veya terekeye temsilci atanmasına gerek yoktur.
Dava açan mirasçı, muvazaalı işlemin tarafı olmadığından, miras bırakanın ardılı (külli halefi) gibi hareket etmeyip, miras hakkını korumaya çalıştığından üçüncü kişi durumundadır ve miras bırakanın yaptığı sözleşmenin, miras hakkını zarar uğrattığını, kendisinden mal kaçırmak amacıyla yapıldığını ve aleyhine haksız bir fiil işlendiğini ileri sürerek bu sözleşmenin iptalini isteyebileceği gibi bu iddiasını da 01.04.1974 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı’na göre her türlü delille kanıtlayabilir ise de Muris muvazası dışında işlemi yapan taraflar arasında BY. 18.maddeye göre açılan davalarda ispatın yazılı delil, yazılı delil başlangıcı, yemin gibi delillerle ispatı zorunluluğu vardır. Zaten muvazaa ile muvazaanın özel bir şekli olan Muris Muvazaası arasında ispat bakımından da farklılık bulunduğu açıktır.
Yine açıklanan 01.04.1974 tarih ve 1974/1-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’na göre, Muris muvazaasına dayalı iptal davasında davalı sıfatını, miras bırakanla görünürdeki muvazaalı işlemi yapan kişi veya kişiler taşır.
Açıklanan bu maddi hukuk kuralları ve 01.04.1974 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı, somut olay ortaya konularak değerlendirildiğinde;
Dava konusu uyuşmazlığa konu traktör, miras bırakan İsmail Turan tarafından, gerçekte bağışlandığı halde, sanki bir satış yapılmış gibi davalılara Hayrabolu Noterliği’nin 03.11.2000 tarihli kat’i satış senedi ile devredilmiştir.
Yerel mahkemece yapılan bu işlem Muris Muvazaası olarak değerlendirilmiş ve ancak hatalı olarak dava konusu traktör, taşınır bir mal olmasına ve yukarıda açıklanan İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında olmamasına, belirtilen kararın sadece miras bırakanın tapuya kayıtlı taşınmazları hakkında uygulanabilir olmasına rağmen, uyuşmazlığın çözümünde 01.04.1974 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı’nın uygulanacağı kabul edilmiş, Yüksek Özel Daire’nin bozma ilamıyla da bu husus bozma dışı bırakılarak onanmıştır. Ancak bu durum, kamu düzenine ilişkin olmadığından davacı yararına usulü kazanılmış hak doğmuş ve somut olayın özelliği dikkate alınarak Muris muvazaasının olaya uygulanması hali salt bu somut olay yönüyle kesinlik kazanmıştır.
Muris muvazaasının olaya uygulanması halinin, salt bu somut olay yönüyle bozma dışı kalıp onanmakla kesinleşmiş olması ve davacıların da hükmü temyiz etmemiş olmaları karşısında pay devri talebinden vazgeçip tazminata razı olduklarının kabulü gerekmesine göre, yerel mahkeme kararının; bu oluşan duruma göre değerlendirilmesi gerekmektedir.
Hal böyle olunca; mahkemenin Muris muvazaasının kabulüne ilişkin nitelemesi kesinleştiğinden, davacı da tazminata ilişkin kararı temyiz etmemekle pay isteminden dönüp, tazminat hükmüne razı olmakla talebini tazminata dönüştürmüş olduğundan; mahkemece buna bağlı olarak oluşturulan eda davasının çözümü gerektiği gerekçesine dayalı tazmine ilişkin karar; salt bu nedenlerle sonucu itibariyle doğrudur.
Ne var ki, mahkemece davalılardan tahsiline karar verilen tazminat miktarı hakkında Yüksek Özel Dairece bir inceleme yapılmamış olduğundan bu yöne ilişkin davalılar vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Dairesine gönderilmesi gerekir.
O halde, dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
S O N U Ç : Yukarıda açıklanan gerekçelerle eda hükmü kurulması gerektiğine ilişkin direnme uygun olup, Davalılar vekilinin tazminat miktarına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4.HUKUK DAİRESİ’ne gönderilmesine, 08.06.2011 gününde; ön sorun oylaması yönünden ikinci, esasa ilişkin yapılan birinci görüşmede oybirliği ile karar verildi.
T.C.
Yargıtay
1. Hukuk Dairesi
Esas No:2014/4241
Karar No:2015/3267
K. Tarihi:04.03.2015
DAVA: Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
KARAR : Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı,babası olan mirasbırakan O. Y.’ın mirasçılardan mal kaçırma amacıyla ve muvazaalı olarak 801 parsel sayılı taşınmazdaki payını gelini olan davalıya satış aktiyle temlik ettiğini ileri sürerek, miras payı oranında tapunun iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, zamanaşımı süresinin dolduğunu,çekişmeli taşınmazı altınlarını bozdurmak suretiyle satın aldığını, ayrıca mirasbırakanın maliki olduğu 3291 parsel sayılı taşınmazını da davacının eşi olan Bekir’e ve bir başka taşınmazını da eşit hisse ile oğulları Mustafa ile Mehmet’e devrettiğini, ayrıca murisin yaşlanınca ve köyde yanında çocuğu kalmayınca diğer taşınmazlarını da 3 kişilere sattığını belirtip davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece,muvazaa olgusunun sabit olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden;1916 doğumlu mirasbırakan O. Y.’ın 17.03.1999 tarihinde öldüğü, geriye çocukları davacı H. ile dava dışı O., M., M., K., F., E.ve torunları ( kendisinden önce ölen oğlu Ö.çocukları ) Ö. ve M.’yı mirasçı olarak bıraktığı, mirasbırakanın 3/8 oranında maliki olduğu 801 parsel sayılı taşınmazdaki payını gelini ( oğlu O.’ın eşi ) olan davalı N.’ye 28.12.1989 tarihli satış aktiyle devrettiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi ( mevsuf-vasıflı ) muvazaa türüdür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ( 6098 sayılı Türk Borçlar Yasasının 237 ) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince;özellikle bu davanın kabulü halinde mirasçı sıfatı ile çekişmeli taşınmazda pay sahibi olabilecek dava dışı mirasçılardan mirasbırakanın oğlu Mustafa ve Mehmet’in beyanından çekişmeli taşınmazın davalı tarafından bedeli ödenerek satın alındığı dolayısıyla temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olmadığı bu durumda 6100 sayılı HMK’ nın 190. ve 4721 sayılı TMK’nın 6. maddeleri uyarınca davacının muvazaa iddiasını kanıtlayamadığı sonucuna varılmaktadır.
Hâl böyle olunca; davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Davalı vekilinin bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün ( 6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile ) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince bozulmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 04.03.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi
T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
E:2005/3715
K:2005/4348
T:11.04.2005
*MUVAZAA
*MUTLAK-NİSBİ MUVAZAA
ÖZET:Muvazaa , irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanabilir.
(818 s. BK m. 18)
(743 s. MK m. 1025)
(743 s. MK m. 6)
(1086 s. HUMK m. 288,290,293,428)
Davacı, evlilik birliğinin devam etmesi ve evi terk eden davalının eve dönmesi için şart koşması üzerine 29 parsel sayılı taşınmazın 1 nolu bağımsız bölümünün yarı payını eşi olan davalıya bağışlamak zorunda kaldığını, ancak tescilden sonra davalının çeşitli bahaneler uydurarak evi terk ettiğini, akabinde boşandıklarını ileri sürerek, tapu iptal tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalı, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Dava,tapu iptal ve tescil isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden toplanan delillerden davacının kayden maliki bulunduğu 29 parsel sayılı taşınmazdaki mesken nitelikli 1 nolu bağımsız bölümün yarı payını 30.5.2000 tarihli akitle satış yoluyla davalı eşine temlik ettiği görülmektedir.
Davacı, anılan işlemi evlilik birliği ilişkisinin sürdürülmesi amacıyla gerçekleştirildiğini ileri sürmüştür.İddianın belirtilen bu niteliği itibariyle temlikin iradi olarak gerçekleştirildiği açıktır.Davacı, bu işlemi yaparken tapuda satış göstermesine karşın temlikin bağış olduğunu belirtmiştir.Bu şekliyle kendi muvazaalı isteminden kaynaklanan olgu nedeniyle iptal isteğinde bulunmaktadır.
Bilindiği üzere; muvazaa kısaca irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanabilir. Muvazaada taraflar üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak için anlaşarak bazen aslında bir sözleşme yapma iradesi taşımadıkları halde görünüşte bir sözleşme yapmaktadırlar (mutlak muvazaa). Veya gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki bir sözleşme ile gizlemektedirler ( nisbi muvazaa ) Yanlar, ister salt bir görünüş yaratmak için, ister başka bir sözleşmeyi gizlemek amacıyla, sözleşme yapsınlar görünüşteki sözleşme gerçek iradelerine uymadığından, tabandaki sözleşmede tapulu taşınmazlarda şekil koşullarını taşımadığından geçersizdir.
Hernekadar muvazaayı düzenleyen B.K.nun l8. maddesinde ve öteki kanun hükümlerinde muvazaalı sözleşmelerin hüküm ve sonuçları hakkında bir açıklık bulunmamakta ise de; taraflar arasında alacak ve borç ilişkisi doğurmayacağı, muvazaanın varlığının hiçbir süreye bağlı olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği, mahkemece kendiliğinden (resen) göz önünde bulundurulması gerektiği, belirli bir sürenin geçmesi, sebebin ortadan kalkması veya ilgililerin olur (icazet) vermesi ile geçerli hale gelmeyeceği, uygulamada ve bilimsel görüşlerde ortaklaşa kabul edilmektedir.
Hemen belirtmek gerekirki, muvazaa nedeniyle geçersiz sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa bu tescil yolsuz bir tescil hükmündedir. Tapuda yapılan temlik ve tesciller illi işlemler olduğundan tapunun dayanağı sözleşme geçersiz ise tapu kaydının da Medeni Kanunun 1025. maddesine göre iptali gerekir. Ayrıca muvazaalı sözleşmeler yapıldığı andan itibaren taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurmayacağından açılan dava sonunda verilen karar, yenilik doğurucu (inşai) bir hüküm değil, açıklayıcı (ihdası) bir hüküm durumundadır.
Öte yandan, muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardılı (halefi) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teb’an dava açan kişi Medeni Kanunun 6. maddesi gereğince bu iddiasını isbat etmek zorundadır. Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 288 ve 290. maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme aynı kanunun 293. maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi muvazaanın yazılı delille isbat edilmesi gerekir.Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde dahi olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide ve kararlılık kazanmış içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İşte bu görüşten hareketle 5.2.l947 tarih 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad ( namı-müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir. Somut olaya gelince; davacı yukarda açıklandığı anlamda iddiasını kanıtlar nitelikte bir belge ibraz etmiş değildir.
Hal böyle olunca; davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru değildir.Davacının temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile hükmün HUMK.428.maddesi gereğince BOZULMASINA,peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 11.4.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
Esas No:2010/0
Karar No:2010/32
K. Tarihi:27.01.2010
Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Tekirdağ 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen
25.12.2008 gün ve 2008/67 E.-370 K. Sayılı kararın incelenmesi davalı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 26.02.2009 gün ve 2009/1721
E.2493 K. Sayılı ilamı ile;
(.Dava muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal, tescil istemli olarak açılmış, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya kapsamına, toplanan delillere göre murisin terekeden mal kaçırma amaçlı olarak nizalı taşınmazı davalıya tapuda satış göstermek suretiyle devrettiği anlaşıldığından aşağıda belirtilen husus dışında kalan davalının tüm temyiz itirazları yerinde değildir, reddine.
Davalının diğer temyiz itirazlarına gelince; işlemin danışıklı olduğu amacın terekeden mal kaçırma için muris tarafından yapıldığı belirlenmiş olduğundan kural olarak tüm davacılar yönünden davanın kabul edilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur.
Ancak davacılardan S. davalı M. ‘un babasıdır. Tapuda devir işleminin yapıldığı 1997 tarihinde davacının velayeti altındadır. Bu nedenle tapuda davalı adına satış gösterilerek yapılan intikalde davalının velisi olarak (davalının dava dışı olan annesi ile birlikte) işleme taraf olmuş ve davalı adına tapuda devir işlemini gerçekleştirmiştir.
Dosya arasında bulunan resmi senette muris taşınmazı bedeli karşılığı sattığını belirtmiş, davacı baba da bedelini vererek taşınmazı davalı adına aldığını açıklamıştır. Diğer davacıların bu devrin danışıklı olduğuna dair kendi miras haklarına dayanarak açtıkları bu davanın her türlü delil ile ispatı mümkün ise de, davacı Salih işlemde velayeten taraf olduğundan kendisinin bizzat yaptığı bu işlemin muvazaalı olduğunu iddia etmesi mümkün değildir. Burada bir hususu açıklamakta yarar vardır. Bir işlem ya muvazaalıdır ve bu nedenle davada taraf olanların tümü için geçersizdir veya değildir. İşlemin bazı davacılar için geçerli, bazıları için geçersiz olduğunu söyleme olanağı yoktur. Bu nedenle davacı Salih yönünden de geçersiz olduğu söylenebilir. Ancak burada bir ayrım söz konusudur. Davacı her ne kadar tapudaki muvazaalı işlemde velayeten bulunmuş ise de işlemin tarafıdır, taşınmazı bedel ödeyerek davalı adına aldığını resmi memur huzurunda beyan etmiştir. O halde kendisinin de bir muvazaası söz konusudur ve kural olarak hiç kimse kendi muvazaasına dayanarak bir hak talep edemez. Kaldı ki böyle bir hak talebi herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasının hukuk düzenince korunamayacağını belirten TMY ikinci maddesine de aykırıdır.
Bu durumda davacı S. in kendi muvazaasının sonuçlarından yararlanması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde bulunduğundan bu kişi yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulü doğru olmamıştır.) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davalı
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararından açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle; tapuda devir işleminin vekil aracılığı ile değil, ergin olmayan davalının velisi aracılığı ile ve herhangi bir yerden talimat almadan bizzat velinin inisiyatifi ile yapılmış olmasına göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalının temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’un 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 27.01.2010 gününde, oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Dava Borçlar Yasası’nın 18. Maddesinden kaynaklanan muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.
Çekişme konusu 2046 parsel sayılı taşınmazın miras bırakan H.İ. tarafından 22.08.1997 tarihinde davalı M’a satış suretiyle temlik edildiği, işlem tarihinde ergin olmayan M. adına akde annesi F. ile babası S’ın katıldıkları, baba S’ın muris H.İ’in oğlu olup, eldeki davanın davacıları arasında yer aldığı kayden sabittir.
Bilindiği üzere, muvazaa tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ancak kendi gerçek iradelerine uygun düşmeyen, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları halidir. Bir başka anlatımla ve en sade haliyle muvazaa irade ile beyan arasındaki aykırılıktır. Muvazaa kanıtlandığı takdirde sözleşme batıl olacağından hiçbir hüküm ve hukuksal sonuç doğurmayacaktır.
Somut olayda lehine temlik yapılan davalı akit tarihinde 16 yaşında olup ergin değildir. 16 yaşındaki çocuğun parasının olması ve bedel ödemesi söz konusu olmadığı gibi, böyle bir durum hayatın olağan akışına da terstir. Bunun yanında davalı, bedelin ailesi tarafından ödendiği gibi bir savunma da getirmemiştir. Nitekim akde veli sıfatı ile katılan baba S. , temlikin bedelsiz yapıldığı iddiası ile eldeki davayı açmıştır. Tüm bu nedenlerle temlikin bedelsiz ve muvazaalı olduğu açıktır.
Esasen, sayın çoğunluk ile bu noktada görüş aykırılığı da bulunmamaktadır.
Ancak, davalı M.’un akit tarihinde ergin olmaması nedeniyle akitte velayeten anne ve babasının yer aldıkları hususuna yukarda değinilmiştir. Türk Medeni Kanunu’nun 335. Maddesine göre Ergin olmayan çocuk anne ve babasının velayeti altındadır. Yine Türk Medeni Kanunu’nun 342/1. Maddesine göre ana ve baba velayetleri çerçevesinde üçüncü kişilere karşı çocuklarının yasal temsilcileridir. Velayeten yapılan eylem ve işlemlerde çocuklarının menfaatlerini korumakla da yükümlüdürler.
Davanın davacılarından S.’in ergin olmayan çocuğunun yasal temsilcisi sıfatı ile miras bırakanın temlikinde yasal zorunluluk nedeniyle ve çocuğun menfaatini gözeterek yer aldığı kuşkusuzdur. Ancak, bu akit hukuki sonuç doğurmuyorsa yasal zorunluluk gereği yer alan babanın akdin tarafı kabul edilip yasa hükümlerinin aleyhine uygulanmasının hukuk kuralları ile bağdaştığından söz edilemez.
Diğer bir ifade ile miras bırakanın torununa mirastan mal kaçırmayı amaçlayarak muvazaalı işlemle yapmak istediği mal kazandırımına, velisi S.’in “…..bu işlem muvazaalıdır, ben yapamam!..”
diyerek engel olması, çocuğun yararını yeterince gözetmediği anlamına gelir. Burada velinin işleme katılımı haksız eyleme iştirak değil, çocuk yararına hareket olarak değerlendirilmelidir. Velinin bu duyarlı eylem ve işlemini, O’nun TMK’nın 2. ve 3. maddeleri anlamında dürüstlüğe aykırı ve kötü niyetli sayıp kabul etmek, diğer mirasılardan dışlayarak miras hakkından mahrum etmek, yasa koyucunun amacını aşan ağır bir yaptırım olacaktır.
Uyuşmazlık konusu Velayeten yapılan işlemi vekaleten yapılan işlemle mukayese etmek, ayrıca velinin eylemini haksız eylem hükümleriyle anlatmaya çalışmak da, somut olaya uygun düşmemektedir.
Öte yandan, murisin yaptığı temlikin bir kısım mirasçılar bakımından muvazaalı bir kısmı bakımından da geçerli kabul edilmesi iradenin bölünemeyeceği kuralına da ters düşer.
Hemen belirtilmelidir ki, burada tartışılması gereken “irade”, akde ergin olmayan çocuğu adına katılan davacı S.’in iradesi değil, temliki işlemi gerçekleştiren miras bırakan H.İ’in iradesidir.
Tüm bu açıklamaların ışığında somut olaya bakıldığında davanın kabulüne ilişkin direnme hükmünün onanması düşüncesinde olduğumuzdan sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.
T.C.
Yargıtay
1. Hukuk Dairesi
Esas No:2010/3926
Karar No:2010/7011
K. Tarihi:15.06.2010
Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, ortak miras bırakan H’nin 388 ada 3 parsel sayılı taşınmazın çıplak mülkiyetini davalı kızına ve intifa hakkını ise eşi F’ye 24.07.1992 tarihinde ve satış suretiyle temlik ettiğini, ancak yapılan işlemin kendisinden mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürüp, tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalı, çekişmeli taşınmazın temlikinin rayiç bedeli ödenerek yapılmış gerçek bir satış olduğunu, iddiaların doğru olmadığını belirtip, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, muvazaa olgusu sabit görülerek davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, taraflarca süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan, 15.06.2010 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden asil S C ve vekili A C Y davetiye tebliğine rağmen diğer temyiz eden vekili Avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi S T tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR
Dava muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; tarafların ortak miras bırakanı HC’nin çekişme konusu 388 ada 3 parsel sayılı taşınmazının 2/3 tam ve 1/3 çıplak mülkiyetini 24.7.1992 tarihinde ve satış suretiyle davalıya temlik ettiği, aynı akitle 1/3 payının intifa hakkını da eşi F’ye devrettiği, bilahare F lehine olan intifa hakkının 10.05.2002 tarihinde terkin edildiği anlaşılmaktadır.
Davacı, miras bırakanın yapmış olduğu temlikin kendisinden mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide “murismuvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 1-4-1974 tarih 1/2 Sayılı İnançları Birleştirme Kararı’nda açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanun’un 706, Borçlar Kanunu’nun 213 ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır.
Öte yandan miras bırakanın sağlığında mal varlığının tamamını veya bir kısmını, mirasçıları arasında hoş görü ile karşılanabilecek makul ölçüler içerisinde paylaştırmışsa mirasçısından mal kaçırma iradesinden söz etme olanağı yoktur. O halde miras bırakanın denkleştirme yapıp yapmadığı üzerinde durulması, miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden, taşınır, taşınmaz ve hakların araştırılması, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgelerin mercilerinden getirtilmesi, her bir mirasçıya geçirilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınarak paylaştırmanın mı?, yoksa mal kaçırma amacının mı?, üstün tutulduğunun aydınlığa kavuşturulması zorunludur.
Somut olayda; miras bırakanın çekişmeli taşınmaz dışında başkaca taşınmazları olup olmadığı araştırılmadığı gibi, davalı yanın savunmasında belirttiği banka kayıtları da getirtilip, incelenmemiş olup, mahkemece yapılan araştırma, inceleme ve soruşturmanın hükme yeterli olduğu söylenemez.
Öte yandan kabul tarzı itibariyle de, HUMK’un 247. maddesi kapsamına girmeyen tanıklara yemin ihtaratı yapıldığı halde, dinlenmelerinden sonra yeminleri eda ettirilmediği gibi, tanık F’ye yemin ihtaratı da yapılmamıştır. Ayrıca, davalı tarafından sunulan3.4.2009 tarihli tutanaktır başlıklı belgede imzası bulunan tanıklardan da bu belge konusunda bilgi alınmamıştır. Diğer taraftan, keşfen belirlenen ve yargılama sırasında harcı tamamlanan davacının miras payına isabet eden dava değeri üzerinden karar tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca vekalet ücreti tayin ve takdiri gerekirken, davacı yararına eksik avukatlık parasına hükmedilmiş olması da isabetsizdir.
Hal böyle olunca; yukarıda değinilen ilkeler doğrultusunda araştırma, soruşturma ve incelemenin noksansız tamamlanması, miras bırakanın başkaca taşınmazlarının ve banka kayıtlarının araştırılması, çekişmeli taşınmazın akit tarihi itibariyle gerçek değeri ile satış bedeli arasında fark olup olmadığının tereddüt uyandırmayacak şekilde tespit edilmesi, taraf tanıklarının usulüne uygun olarak dinlenilmesi, toplanan ve toplanacak olan deliller çerçevesinde bir karar verilmes gerekirken noksan soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Tarafların temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK’un 428. Maddesi gereğince BOZULMASINA alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 24.12.2009 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi’nin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 750.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 15.06.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.