Biraz fazla daldan dala olacak, ama fikir vermesi bakımından, paragraflar halinde ve kısa kısa kimi başlıklar üzerinde durmak istiyorum:
1) İstanbul Rasathanesi, bugün Kılıç Ali Paşa Camii’sinin bulunduğu alana 1573 yılında inşa edilmiştir. 5 yıl bilimle uğraştıktan sonra denizden top ateşine tutulup yıkılmıştır. Top ateşine tutulma iddiası tartışılsa da yıktırıldığı kesindir. Rasathanenin ismi ile anılan kişi, ünlü matematikçi ve astronom Takiyüddin er-Raşit’tir. Kendisi Mısır’da eğitimini tamamlamış bir süre kadılık ve müderrislik yaptıktan sonra III.Murat’ın müneccimbaşılığına terfi etmiştir. Takiyüddin efendi içindeki gözlem ve hesaplamalar için 9 tane araç gereci adamları ile beraber kendi elleri ile yapmıştır. Aletlerden en ünlüsü zâ-tül-halâk ile ayın hareketleri gözleniyormuş. İzlenen bir kuyruklu yıldızdan sonra şehirde veba salgını ve deprem olunca, kimi dalkavuklar, kıskançlar ve saraydan beslenenlerin öncülüğünde bir propaganda ve kamuoyu oluşturulur. Cühela buna derhal inanır, o dönemin uğursuzluklarının sebebi rasathane diye homurdanmaya başlanılır ve saraydan yıkım emri çıkarılır. Bu rasathane Sultan 3. Murat’ın kendi izniyle kurulmuş olmasına rağmen, o dönemin devlet adamları da Tanrı’nın gazabına müslümaların da uğramaması için, bu rasathanenin yıkılması gerektiğini savunarak Sultan üzerinde bu şekilde bir baskı oluşturduğu ve sonunda Sultan’ı rasathanenin yıkılmasına ikna ettikleri anlatılır, ayrıca; rasathanenin yıkım görevi de Kaptan-ı derya Kılıç Ali Paşa’ya verilmiş ve bu şanlı görevi tamamladığı için de rasathanenin bulunduğu alana, Mimar Sinan tarafından adına bir cami yaptırılmıştır.
2) Bir kasabanın tek fırını vardır. Fırının ise maksimum üretim kapasitesi 5000 ekmektir. Bazen 4800 olmakta, bazen 4900 olmaktadır. Kimi zaman 5100’e çıktığı da olmaktadır. Ancak girdilerde sıkıntı yaşanmaktadır. Bir de tesis kurulurken borçlanılmış ve alınan krediler için faiz ve asıl borç için bir miktar da ana para ödemesi yapılmaktadır, finansman ise farklı kaynaklardan temin edilmiş, farklı şekil ve şartlarda ödendiği gibi, yeniden borçlanma da zorunlu olmaktadır. Nüfus artmaktadır. Ekmek üretiminin de artması gerekmektedir. Toptan ekmek alanlar, perakende ekmek alanlar, dışardan çok çeşitli alıcılar da bulunmaktadır. Çok uzak komşulardan da gelerek ekmek alanlar da bulunmaktadır. Ekmek fabrikası, standart üretim, kalite, hijyenik olma yanında, çok farklı üretim yerlerindeki kuruluşlarla çoklu anlaşmalar da yaptığından güven ve diğer konularda kabul ve itibar görmekte, ve büyümektedir, güvenilir sıfatını almaktadır. Ancak, süreç değişme eğilimi gösterir, kimi siyaset farklılaşmaları yaşanır, kimi ortak ve uluslararası düzenlemelere uyulmuşken değişiklikler olur. Sonralarında ekmek fabrikasına saldırı girişimi olur, bu önlenir. Başkaca farklı problemler, kısmi saldırı ve tecavüzler de yaşanır. Ardından, tartışmalar büyür. Rutin uygulama yerine kişi haklarının kısıtlanabileceği, olağanüstü bir döneme geçilir. Esas olan kurallara tam dönmektir. Bunun yerine yapılan anlaşmalara sadık kalınamayacağı izleniminin verilmesi üzerine borç verenlerin, ya da yatırım yapanların paralarını alıp gitmek istemeleri, yeni borç bulamama ve verilecek borç için de farklı para birimlerinin bulunması ihtiyacı ile birlikte uzak komşulardan gelerek ekmek almak isteyenlerin gelmemesi de sorunu büyütmüştür. İnsanların ekmek alması için saat ayarları yapılır, varsa evdeki un stoklarının getirilmesi istenir, ama fırının yakıtı uzak komşulardan farklı para birimi ile alınmaktadır. Yine onlara aynı para cinsinden faiz ve anapara borcu bulunmaktadır. Onların ekmek alması şarttır. Sadece onlara değil, yeni komşulara ve yerel halka da kapasite artırılarak ekmek satmak lazımdır. İnsanların alfabetik sıraya dizilmesi, saat ayarlaması, vadeli ekmek alanlara yeni kurallar getirilmesi için uğraşılır. Bunlar üretimi artırmaz. Bu esnada ekmek konusunda nutuklar atılarak, ecdadın ekmeğe saygısının gündeme getirilmesi de çözüm olmaz. Akaryakıt bitince üretimin durması bir gerçektir. Akaryakıtı vadeli verenler ahde vefa gereği uygulanacağına inandıkları sözleşmelerin uygulanamayacağından korkmaktadırlar. Akaryakıt vermedikleri gibi, kimi borç verenler yeni borç vermemekte, yatırım yapanlar ise paralarını alıp, başka komşularda yatırım yapmak istemektedirler.
Üretimin artması için güvenin tam sağlanması, olağan döneme geçilmesi, ortak değerlerde ve normlarda bulunma sözünün tam gereğinin yapılması, dış komşuların hem alım, hem tekrar borç verme konusunda tereddüt etmemesi, özgür ve geleceğe güvenin tam ve de belirli olacağı, önceden borç para verenlerin alacaklarının ve ekmeklerinin tam güvence altında olduğuna inanılacak bir ortamın sağlanması konusu ve bunun yanında elbette halkın güvenilir şekilde ekmeğinin de almasının sağlanması gerektiğini dile getirenler varsa da, birçoğu sadece komplo üzerinde durmaktadır.
3) 10 Ocak 2017 tarihli Merkez Bankası açıklaması: “Piyasalarda gözlenen aşırı oynaklık yakından takip edilmekte olup ekonomik temellerden uzaklaşan sağlıksız fiyat oluşumlarına karşı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) tarafından gerekli tedbirler alınacaktır. Yapılan değerlendirmeler sonucunda, TCMB bünyesinde faaliyette bulunan Bankalararası Para Piyasasında bankaların borç alabilme limitleri 11 Ocak 2017 tarihinden itibaren toplam 22 milyar Türk lirasına düşürülmüştür. Ayrıca, yabancı para zorunlu karşılık oranları tüm vade dilimlerinde 50 baz puan indirilmiştir. Bu değişiklik ile finansal sisteme yaklaşık 1,5 milyar ABD doları ilave likidite sağlanmış olacaktır. Piyasalardaki gelişmeler yakından izlenmekte olup, gerekli görülmesi halinde, ülkemizde fiyat istikrarını ve finansal istikrarı korumak üzere ilave adımlar atılabilecektir. Kamuoyunun bilgisine sunulur.”
13 Ocak 2017 tarihli açıklama şöyle: “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) bünyesinde faaliyette bulunan Bankalararası Para Piyasası’nda bankaların borç alabilme limitleri 16 Ocak 2017 tarihinden geçerli olmak üzere toplam 11 milyar TL’ye düşürülmüştür. Gerekli görülen günlerde Borsa İstanbul bünyesindeki repo pazarlarında TCMB tarafından yapılan fonlama tutarı sınırlandırılabilecektir. Bankaların gün sonunda kalan likidite ihtiyaçlarını TCMB’nin Geç Likidite Penceresi (GLP) borç verme faiz oranından limitsiz olarak karşılayabilmeleri mümkündür. Kamuoyunun bilgisine sunulur.”
Yukarıdaki Merkez Bankası açıklamaları, piyasadaki Türk Lirası likiditesini azaltmaya yönelik çabalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Piyasada da döviz cinsinden parayı çoğaltma gayreti şeklinde de sonuç doğurması amaçlanmaktadır. TCMB TL’deki sert değer kayıplarının ardından, az önceki açıklamasında olduğu gibi, yabancı para cinsi zorunlu karşılık oranlarında indirime giderken, bankalararası para piyasasında bankaların borç alabilme limitlerini 22 milyar TL’ye düşürmüş, sonrasında ise bu tutar 11 milyar TL’ye çekilirken, TCMB gerekli görülen günlerde Borsa İstanbul bünyesindeki repo pazarlarında TCMB tarafından yapılan fonlama tutarının sınırlandırılabileceği belirtilmiştir. Yine “Bankaların gün sonunda kalan likidite ihtiyaçlarını TCMB’nin Geç Likidite Penceresi (GLP) borç verme faiz oranından limitsiz olarak karşılayabilmeleri mümkündür” denilmiştir. Bu da Gecelik Faiz oranları artırılmadan üstü örtülü bankaların yüksek faiz (%10) faiz ödeyerek faiz ödemesi anlamına gelmektedir.
4) Merkez Bankası’nın cari işlemler konusundaki açıklaması: “Yıllık bazda incelendiğinde, 2014 yılı başından itibaren cari açıkta gözlenen daralma eğiliminin, 2016 üçüncü çeyrekte artışa döndüğü görülmektedir. 2016 yılının üçüncü çeyreğinde yıllıklandırılmış cari açık bir önceki çeyreğe kıyasla 3 milyar ABD doları artışla 32,4 milyar ABD dolarına yükselmiştir. Altın hariç cari açık ise 3,7 milyar ABD doları artarak 35,6 milyar ABD doları seviyesinde gerçekleşmiştir. Öte yandan, altın ve enerji hariç yıllıklandırılmış cari işlemler dengesi bir önceki çeyreğe kıyasla 5,6 milyar ABD doları bozularak -10,9 milyar ABD doları seviyesinde gerçekleşmiştir.” Şeklindedir.
5) Bir ülke insanın yabancı para bulundurması, taşıması, yatırım yapması tabiri yerinde ise felaket bir durumdur. Elbette böyle olmamalıdır. Ama, döviz bozdurma seferberliği ile de kriz çözülmez. Önemli olan, ülke parasını değerli kılmanın ve doğal yollardan bırakalım yabancı paraya yatırım yapmayı, yabancıların, ülke parasına yatırım yapacağı ortamı sağlamak esas olmalıdır. Samimiyetle döviz bozduran insanlar çoktur. Ama kamuoyunda öne çıkanların adeta Show yaptığı, birkaç dolar sallayarak kamera önüne çıktığı, kimi idareye bağlı kurumlar ile idare ile iş yapanların da farklı saiklerle de döviz bozdurdukları da unutulmamalıdır. Ülkede sonunun çözümü cari işlemler açığını doğal yollarla lehe çevirmek, hukuki güveni ve belirliliği sağlamak, yüzyılların birikimi olan uluslararası normlardan vazgeçmemek, imzalanan tüm sözleşmelere bağlılığı tekrar tekrar deklare etmek esas olmalıdır. Birincil öncelik hukuki güvenlik, sermaye güvenliği, uluslararası sözleşmelere ve normlara uygunluk ile güven ortamının sağlanması, normalleşme ve olağan dönemlere dönüş esas olmalıdır. Bu arada belirli bir miktarda istihdam ve yatırım konusunda vatandaşlık düşüncesi oldukça takdire şayandır. Ancak, Merkez Bankasının tali düzenlemeleri gibi ikincildir. Birinci paragrafta ifade edilen Rasathane yıkımı gibi bilimden uzaklaşmama, ikinci paragraftaki gibi sadece üretimin artması, güvenin sağlanması esas olmalı, komplo göz ardı hiç edilmemeli, ama bilime, akla ve evrensel değerlere yaklaşımdan taviz verilmemelidir. Çok basit bir deyişle, okulda zeki ve çalışkan öğrenci başarılı olur. Çalışmayan ne kadar komplo dese de itibar edilmez. Örnekler verirsek: dünyaca ünlü doktor Michael DeBakey (1) farkı vardır. Bu fark komplo teorisi ile izah edilemez, dürüstlük, yetenek, zeka, bilgi ve çalışkanlıkla izah edilebilir. Ya da bir Türk olarak Prof. Gazi YAŞARGİL (2), Nobel Ödüllü bir Türk Prof. Aziz SANCAR (3), Ya da Prof. Dr. Mehmet ÖZ (4), bu kişiler sadece dürüst, çalışkan ve iyi insan oldukları için hiçbir komploya uğramadan dünyanın sayılı ismi olmuşlardır. Enteresan olan da Türkiye dışında olmuşlardır. Bir Mevlana (5) ise hoşgörünün sembolüdür. Yani komplo bu iyi insanlara kurulamamıştır. İsviçre’de darbe olacağı düşüncesi akla gelmez. Çünkü hukuk düzeni ve üstünlüğüne inanç tamdır. Bu bir örnektir. Diğer, Finlandiya, Hollanda vs. hep böyledir. Yani hukuki güvenlik, sermaye güvenliği, kişi hak ve özgürlüğünün tam güvencede olması…. Her türlü dış güç, mihrak ve düşmandan önce öğrencinin sınava iyi çalışması, sporcunun tam disiplinli ve tam kondisyonlu olması, ülkelerinde hukukun üstünlüğünün öncelikle sağlanması birincil meseledir. Ekonomi ve döviz sorunu da genel ve bilimsel verilerden ayrık değildir. Aynı şekilde vatanseverlik de, sadece soyut söylemler yerine böylesine nesnel kıstaslarla değerlendirilmelidir. Din kavramı dahi söylem ile değil de nesnel ele alınabilmektedir. İslam dinine en uygun yaşama nesnel kıstaslarla Yeni Zelanda’da olduğu tespit edilmiştir. Bu araştırmada Suudi Arabistan ve birçok İslam Ülkesi diye tanımlananlar ilk yüze bile girememiştir. Bu da soyut söylemin ve şeklin ne denli yanıltıcı olduğunu göstermektedir.
1) Michael DeBakey, (tam adı: Michael Ellis DeBakey), (d. 7 Eylül 1908, Louisiana – ö. 11 Temmuz 2008, Houston), ABD’li kalp cerrahı.
Michael DeBakey, New Orleans’taki Tulane Üniversitesi’nden tıp doktoru olarak mezun oldu. Fransa’da Strasbourg Üniversitesi ve Almanya’da Heidelberg Üniversitesi’nde master ve doktora eğitimlerini tamamladı. Askerlik görevini Kore Savaşı’nda “Mobile Army Surgical Hospital”‘de (MASH) yapan ünlü kalp cerrahı DeBakey; Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü’nde üç yıl başkanlık yaptı. Mesleğinin büyük bir bölümünü Houston’da Methodist Hastanesi’nde geçirdi. Dünyanın birçok ülke liderini ameliyat etti. Ameliyat ettiği liderler arasında Turgut Özal, Boris Yeltsin, Lech Walesa gibi isimler bulunuyor. Doktor Michael DeBakey, ününü, “hocam” dediği Rus doktor Vladimir Demihov’un çalışmalarını izleyip geliştirerek baypas (by-pass) yöntemini ilerletmesi ve yapay kalp pompalarının öncülüğünü yapmasına borçludur.