Yaşadığımız günler, oldukça sıkıntılı geçmekte, çok sayıda olumsuz haberler bireylerin ruh halini bozmakta, döviz dalgalanmakta, piyasa daralmakta, işsizlik yükselmekte, işyerleri ise kapanmaktadır. Gerginlik ve güvensizliğin, olumsuz yönde yeni rekorlar kırdığına da tanık olmaktayız. Bu belirttiklerimiz, kötü tablonun sadece birkaç konu başlığıdır. Bu durumun öncelikle sebepleri üzerinde durulacak, çözümün de olabileceği ifade edilecektir.
Uzun yıllar, döviz kurunun yüksek olmadığı, faizlerinde normal seyrettiği dönemler içinde, bugünün hazırlıklarının yapılmadığını görüyoruz. Eğer son yıllarda kolay finansman buldukça yatırım ve tüketim konularında aşırılık sınırları zorlanmamış olsa idi, ortalama büyüme belki daha düşük olurdu fakat bugünkü sıkıntılar daha az yaşanabilirdi. Ki, büyümenin ise tam sağlıklı da olup olmadığı tartışma konusudur.
Basit bir örnek vermek istersek, bir üreticinin kredi kullanarak makine aldığını ve makinenin ürettiği ürünlerle kredisini ödediğini, diğer bir üreticinin ise, kredi kullanarak lüks ev, otomobil vs. aldığını düşünelim. Ya da bir girişimcinin katma değerli bir proje geliştirdiğini, diğerinin ise sadece inşaat yaptığını düşünelim. Fark var mıdır? Fark olağanüstüdür. İlk örnekte, başarılı bir iş yapılmakta, ikincisinde ise, krize davetiye çıkarılmaktadır. Ülke bazında ise, çok konforlu yollar, trenler elbette çok iyidir. Ancak, bu yatırımların hazine garantili yabancı para borç alınarak yapılması sıkıntı yaratabilme ihtimalini barındırabilmektedir.
Şimdi, bir dönem ekonomiden sorumlu bakan Ali Babacan’ın görevde iken yaptığı bir açıklamayı buraya alıyoruz: “Yunanistan ekonomik krizden çıkmak için program hazırlıyor ama, kredi veren kuruluşlar buna güvenmiyor, ‘önce programı uygula sonra krediyi verelim’ diyorlar. İşte bu güven sarsılması demektir. Avrupa’da o kadar banka sarsılırken, merkez bankaları karşılıksız para ile ayakta dururken, bizde bir banka bile sarsılmadı. Bütün dünyada itibarı artmış bir ülkeyiz.” diyen Babacan Türkiye’de önemli yatırımlar yaptıklarını, gelire göre yatırım yapmanın daha gerçekçi olduğunu, borçlanarak hizmet yapılamayacağını, eğer borçlanarak yatırım yapılırsa gelecek nesillerin parasını çalmış olunacağını söylemişti. Güven ortamı, ekonomik istikrar ve demokratikleşme süreci ile Türkiye’nin güvenilir bir ülke haline geldiğini söyleyen Ali Babacan, “Bütün bunlara rağmen hepimiz tedbirli olmak zorundayız, harcamalarımız gelirlerimizi geçerse, ileride hiç ummadığımız sorunlar çıkabilir.” demişti.
Babacan dönemi, önceki Kemal Derviş politikalarını sürdürüldüğü, Avrupa birliği normlarının uygulanmaya konduğu bir dönem olmuştur. Özellikle demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, inanç, düşünce ve düşünceyi açıklama anlamındaki özgürlükler, basın özgürlüğü ve şeffaflık konularında önemli adımlar atılmış ve atılmaya da devam edilmiştir. Bilgi edinme, hak arama, vesayet unsurlarının kaldırılma gayretleri toplum nezdinde kabul görmüştür, bu cümleden olarak da dış kaynak gelmiş, turizm gelirleri artmış, bir çok yabancı sermaye doğrudan yatırım yapmıştır. Güvenilirlik artmıştır. Bu süreç devam ederken, kimi sapmalar olmuş, cari açık büyümeye başlamış, özel sektörün dış kaynaklı döviz borçları artmıştır. Özellikle belediyelerin kimi çok ciddi kaynak çeken harcamaları, müteahhit firmaların aldığı kredilere hazinenin garantör olması da büyük ölçüde uzun dönemde döviz riski oluşturmuştur.
Son dönemlerde ise terör vb. nedenlerle turizm gelirlerindeki çok büyük düşüş, dışardan gelen doğrudan yatırım, ortaklık ve diğer sıcak paranın da bıçak gibi kesilmesi, arz ve talep kuralı gereğince kıt olan dövizin fiyatını zorlamıştır. Kabaca 200 Milyar doların üzerindeki özel sektör borcu ödenecektir. Bunun ise temin edilerek ödenmesini gerektirmektedir. Bu para ise turizmden gelecektir, ihracattan gelecektir, doğrudan veya dolaylı yabancı yatırımcılar yolu ile gelecektir. Bunun yolu ise güvendir. Ayrıca yurt içinden de ülke yurttaşları yatırımlarına ara vermeyeceklerdir.
Güven, sosyal sermayedir. Sosyal sermaye toplumu bir arada tutan bir yapıştırıcı gibi düşünülmüş ve sosyal sermaye olmadan ekonomik büyümenin yeterli düzeyde gerçekleşemeyeceği söylenegelmiştir.
Dünya Bankası ise, sosyal sermaye tanımında, konuyu daha geniş alarak demokrasi, rüşvet oranı, hükümete güven, sosyal bağlamda etkinliklere katılım, aile ve arkadaşlık bağlantıları gibi kavramlarıda sosyal sermaye içerisinde kabul etmiştir (KOSGEB, 2005: 8). Sosyal sermaye; kişiler arası ilişkileri düzenleyen yöneten ve ekonomik ve sosyal gelişmeye katkı yapan kurumlar, ilişkiler, davranışlar ve değerlerdir.
Nöroekonomistlere göre güven ortamının eksikliği vücuttaki oksitosin hormonunun daha az salgılanmasına yol açıyor. Bu da insanlar arasındaki alışveriş isteğini ve ekonominin büyüme potansiyelini kısıtlıyor, gergin ve endişeli sosyal ortamın ekonomik büyümenin yavaşlamasında etkili olabileceğini, sosyal ortamın rahatlatılması için de daha özgür bir ortamın sağlanması gerektiğini belirtiyor.
Güvenin sağlanması öncelikle şarttır. Bu kişiye güvenle değil, nesnel ölçütlerle olmak zorundadır. Kayırmacılık büyük bir güven eksikliği doğurur: Kayırmacılık, belli bir kadroya eleman seçiminde niteliksel ölçütlerden çok akrabalık veya arkadaşlık ilişkilerini kriter olarak değerlendirmek şeklindedir (Nepotizm). Yine kendi konumunu korumak için kişilerin psikolojik taciz uygulaması da güven unsurunu zedelemektedir. Kısaca, hem bireyler, hem kurumlar, hem de uluslarası ilişkilerde güven sağlayacak nesnel adımların atılması, toplumda uzlaşma kültürünün sağlanmasının, bu anlamda üslup geliştirmenin gereği, teknik çabalardan daha öncelikli gözükmektedir..