Bu kez, avukatın günlüğü köşesine geçtiğimiz günlerde bir mahkemeye verilen dilekçeyi koyuyoruz. Bu dilekçe sonrası duruşma yapıldı. Ne mi oldu! Çok ilginç şeyler yaşandı. Hakimin tutanağa girmeyen konuşmasını ve kararı bir sonraki yazımızda burada bulabileceksiniz ve herkes kendince bir değerlendirme yapacaktır…
…………….ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NE
DOSYA NO: ……
DAVACI : ……………
VEKİLLERİ : ……………….
DAVALI : …………..
VEKİLİ : …………………
KONU : Sayın Mahkemenin 09.06.2017 tarihli duruşmada verdiği ara kararlar üzerine beyanlarımız ve DOSYANIN GECİKMEDEN, DERHAL EK RAPOR İÇİN BİLİRKİŞİYE VERİLMESİ HAKKINDADIR.
AÇIKLAMALAR
Sayın Mahkeme 09.06.2017 tarihli duruşmada şu şekilde bir ara karar vermiştir : “…TMK 692. Maddesi gereğince paylı malın özgülendiği amacın değiştirilmesi, korumanın veya olağan şekilde kullanmanın gerekli kıldığı ölçüyü aşan yapı işlerine girişilmesi veya paylı malın tamamı üzerinde tasarruf işlemlerinin yapılması oy birliği ile aksi kararlaştırılmamış olmadıkça bütün paydaşların kabulüne bağlıdır. Hükmü göz önüne alındığında davacı tarafın talep ettiği yetki gereğince bilirkişi raporunda belirtilen esaslı işlemlerin paydaşların oy birliği ile gerçekleştirilmeleri gerektiğinden davacıya diğer paydaşların yetki konusunda muvafakatlerini alması konusunda iki haftalık kesin süre verilmesine, kesin süre içerisinde muvafakatlerin ibraz edilmemesi durumunda dava dilekçesinde talep edilen yetki konusundaki talebin usulen reddine karar verileceği hususunun ihtarına (ihtar edildi)…”
Yukarıda sunulan ara karara geçmeden önce çok kısa bir açıklama yapmak durumundayız. Hukuk öğretisinde “fahiş hata” diye bir kavram vardır. Örneğin, bir boşanma davasının Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüleceğini düşünmek, ya da Ticaret Mahkemesi’nde boşanma davası görülür demek, yahut duruşma mübaşirinin veya orada bulunan hizmetlinin hakim olmadığında hakimin yerine geçerek karar vereceğini ileri sürmekte fahiş hatadır.
Sayın Mahkeme’nin baktığı iş bu dava, davanın Sulh Hukuk Mahkemesi’nin görevine girdiği gerekçesi ile reddedilmiş, Yargıtay tarafından da bozularak dönmüştü. Kanaatimize göre bu bir fahiş hata idi. Kaldı ki, bozuldu ama, uzunca bir zaman kaybedildi. Bu durum elbette Türk Adaleti’ne yakışmamıştır. Son derece basit ve net bir davamız, 2013 yılından bu yana sürmektedir. Daha ne kadar süreceği de belli değildir. Dosya ek rapora bile duruşmada verilmemiştir. Sayın Mahkeme aradan geçen bunca zaman sonra yukarıdaki birinci paragraftaki ara kararı vermiştir. 2013 yılından bu yana dava dilekçesinde istenenler bellidir, bugün bu ara kararın kurulması hakkında yazacak kelime bulamıyoruz.
Kaldı ki, burada çok önemli bir hataya düşüldüğü görülmektedir. Mahkeme tam iki konuda önemli bir yanılgıya düşmektedir (üçüncüsü de ayrıca eklenmiştir). Bilirkişi Raporu bir mühendis tarafından hazırlanmıştır. İtirazlarımız ve ek rapor isteğimiz de zaten önceden Mahkemeye sunulmuştur. Şunu belirtmek durumundayız ki, bir mühendis kimi zaman hukukçu bilirkişilerle heyet halinde de keşfe katılmaktadır. Bu keşiflerde son derece yüzeysel ve tabiri yerinde ise kulaktan dolma kimi hukuki durumları duymakta, görmekte, okumaktadır. Mühendislik konusunda uzman raporunda hukuki uzmanlığın, hukukçu dışında yazılması, ya da bulunması iki açıdan doğru değildir. Birincisi mühendisin hukukçuluk yapmak görevi değildir. Görev ve fonksiyon gaspı oluşur. İkincisi her an fahiş hata yapılabilir. Son olarak görevi dışında bir husus bilinse bile kasabın doktorlukla ilgili yorum yapması en hafifinden saygısızlıktır, yakışık almamaktır. Bu nedenle rapordaki mühendislik hakkında, mühendislik dışındaki kimi haddi aşan beyanlara itirazlarımız da sunulmuştur.
Şimdi olayı iki açıdan değerlendirelim. Birincisi T.B.K. Madde 113: İş sahibi ya da sahipleri, eksik ve kusurlu işlerin giderilmesini Borçlar Kanunu’nun 97. maddesi gereğince de isteyebilirler. Çünkü, “nama ifa” sözleşmenin “aynen ifası” kapsamındadır. Arsa payı karşılığı yapılan inşaatlarda “nama ifa” istenmesi durumunda; arsa sahibi, kural olarak nama ifa yoluyla tamamlayacağı inşaatın, yüklenicinin payına düşen bağımsız bölümlerin eksik işlerini tamamlamak ve kusurları gidermek zorunda değildir. Buna göre, inşaattan kendisine isabet edecek bağımsız bölümler ile ortak alanlarını yüklenici adına tamamlamak üzere Borçlar Kanunu’nun 97/1. maddesi hükmüne dayanarak izin isteyebilir. DİKKAT EDİLİRSE! BİNA İSKANI ALINMAMIŞTIR. EKSİKTİR. HAKSIZ TECAVÜZLER VARDIR. DAVACI DAVALI MÜTEAHHİTİN SORUMLU OLDUĞU İŞLERİ T.B.K.113 (818 Sayılı Borçlar Kanunu Madde 97) YAPMAK İSTEMEKTEDİR.
Paylı taşınmazlarda, herhangi bir paydaş arsa sahibinin nama ifaya izin talep etmesi durumunda diğer paydaş ve hak sahiplerinin zorunlu dava arkadaşıymış gibi değerlendirilerek tüm paydaşların davaya dahil edilmesi istenemez. Bunu sadece soyut yorum olarak tarafımız söylemektedir. Bu husus Yüksek Yargıtay nezdinde istikrar kazanmıştır.
Şimdilik Sadece bir Yüksek Yargı Kararını aynen aşağıya alıyoruz:
“..23. Hukuk Dairesi 2014/6214 E. , 2015/7306 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 17/04/2014
NUMARASI : 2013/41-2014/193
Taraflar arasındaki sözleşmenin uyarlanması, Nama ifaya izin davalarının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın usulden reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde asıl davada davacılar ile birleşen davada davacılar vekillerince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
– K A R A R –
Davacılar vekili, asıl ve birleşen davada,taraflar arasında arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi imzalandığını, ancak davalı yüklenicinin, süresi dolduğu halde inşaatı eksik bıraktığını ileri sürerek, Nama ifaya izin ve davalıya kalması gereken iki adet bağımsız bölümün satışına izin ve yetki verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, mücbir sebepler olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, yargılama sırasında davacılardan K.. Ö..’ın vefat ettiği ancak mirasçılarından Serpil’in davada taraf olarak yer almasının sağlanamadığı gibi olurunun da alınmadığı, Nama ifaya izin davasında tüm arsa sahiplerince dava açılması gerektiği gerekçesiyle, davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekili Tarafından temyiz edilmiştir.
Davacılardan K.. Ö.. yargılama sırasında vefat etmiştir. Bu durumda, davacılar vekiline K.. Ö..’ın tüm mirasçılarından vekaletname alarak dosyaya ibraz etmesi veya davacıya mehil verilerek terekeye temsilci tayin ettirildikten sonra temsilcinin veya temsilcinin vereceği vekaletname ile vekil huzuru ile davaya devam edilmesi gerekirken eksik taraf teşkili ile yargılamaya devam edilerek hüküm tesis edilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur.
Bunun yanında, dava, 6098 sayılı TBK’nun 113. (818 sayılı BK. md. 97) maddesine dayalı Nama ifaya izin istemine ilişkindir. Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinde, Nama ifaya izin talebinin somut olayın özelliği gerektirmedikçe tüm arsa sahiplerince talep edilmesine gerek bulunmamaktadır.
Bu itibarla, paylı taşınmazlarda, uyuşmazlığın mahiyeti gerektirmedikçe herhangi bir paydaş arsa sahibinin Nama ifaya izin talep etmemesi zorunlu dava arkadaşıymış gibi değerlendirilerek bu sebeple davanın usulden reddi doğru olmamıştır.
İzah edilen sebeplerle kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 13.11.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi….”
Yukarıdaki karar ile Sayın Mahkeme’nin ara kararının birlikte değerlendirilmesi durumunda ara kararın sehven, hata ile yazıldığı görülecektir. BU NEDENLE, 2013 YILINDA AÇILMIŞ BU DAVANIN ÇOK DAHA UZAMAMASI İÇİN DOSYAMIZIN DERHAL EK RAPOR İÇİN BİLİRKİŞİYE VERİLMESİNİ İSTEMEKTEYİZ.
İkinci husus ise ara karardaki diğer bir yanılgıdır. O da Türk Medeni Kanunu açısındandır. Davacının talebi “..TMK 692. Maddesi gereğince paylı malın özgülendiği amacın değiştirilmesi, korumanın veya olağan şekilde kullanmanın gerekli kıldığı ölçüyü aşan yapı işlerine girişilmesi veya paylı malın tamamı üzerinde tasarruf işlemlerinin yapılması oy birliği ile aksi kararlaştırılmamış olmadıkça bütün paydaşların kabulüne bağlıdır..” hükümleri ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. HİÇ ALAKASI YOKTUR. DAVACI OTOPARKIN YEŞİL ALANA DÖNÜŞMESİNİ, YA DA MEVCUT BİNANIN TARLA YAPILMASINI, YA DA MEVCUT BİNANIN YIKILMASINI İSTEMEMEKTEDİR. BİNANIN SÖZLEŞMEYE UYGUN OLARAK İSKAN RAPORUNUN ALINMASINI, EKSİKLİKLERİN GİDERİLMESİNİ, BİNAYA HAKSIZ TECAVÜZLERİN ORTADAN KALDIRILMASINI İSTEMEKTEDİR. HAKSIZ TECAVÜZ NASIL ORTADAN KALDIRILIRA ÖYLE KALDIRILMAK İSTEMEKTEDİR. BU DA T.M.K 689 İLE İLGİLİDİR. Olay budur, her bir paydaş haksız müdahaleyi def edebilir.
YARGITAY 1.HD. 2005/4959 ESAS- 2005/5568 KARAR Sayılı kararında bakalım. Burada da müştereken malikler, yani bir taşınmazın ortak paydaşları var. Sadece biri dava açıyor. Karar Şöyle: “…Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, 61 parsel sayılı taşınmazda davalılar ile müşterek maliki olduklarını, aralarında imzaladıkları 18.11.2002 tarihli sözleşme gereğince 61 parseldeki yolun davalılar tarafından tamamen boşaltılacağını, ancak davalıların yolu boşaltmadıklarını ileri sürüp, el atmanın önlenmesine, yol üzerinde davalılara ait bulunan fırın, diğer engeller ve ağaçların kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, yapılan anlaşmayı kabul etmediklerini ve yolun kullanılmasına izin vermediklerini belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, iddianın sabit olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi S____ Ö____’in raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü :
Dosya içeriğine, toplanan delillere hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, özellikle paylı mülkiyet üzere olan taşınmazda paydaşların Türk Medeni Kanununun 689. maddesi uyarınca anlaştıkları, yapılan keşifle mahkemenin gözleminde yer alan muhtesatın yıkımına karar verildiği anlaşıldığına göre, davalıların temyiz itirazı yerinde değildir. Reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı 40,50 YTL. bakiye onama harcının temyiz edenden alınmasına, 4.5.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi….”
T.M.K.689. Maddesi uyarınca her paydaş bağımsız olarak tecavüzlere, haksız müdahalelere, her türlü zarar ve zararın artmasına karşı Mahkemeye başvurma hakkı vardır. Bu hususta EK.1’de sunulan Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2012/14643 Esas, 2013/4235 Karar Sayılı kararında “…21.6.1944 tarih ve 13/24 Sayılı İnançları Birleştirme Kararında ve 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun ( TMK ) 689. maddesinde düzenlendiği üzere paydaşların anlaşma ile dahi sınırlandırılamayacak hak ve yetkileri, 1. fıkrada “Paylı mülkiyet konusu eşyanın kullanılabilirliğinin ve değerinin korunması için zorunlu olan yönetim işlerini yapmak ve gerektiğinde mahkemeden buna dair önlemlerin alınmasını istemek”, 2. fıkrada “Eşyayı bir zarar tehlikesinden veya zararın artmasından korumak için derhal alınması gereken önlemleri bütün paydaşlar hesabına almak” şeklinde düzenlenmiş olup, paylı mülkiyette paydaşlardan birisi taşınmazın korunması amacıyla elatmanın önlenmesi davası açabilir. Bunun için tüm paydaşların birlikte hareket etmesi zorunlu değildir. Hal böyle olunca, davalıların davacı taşınmazına yapı yapmakta haklı ve geçerli bir nedenleri olmadığı gözetilerek yıkım isteminin kabul edilmesi gerekirken reddine karar verilmesi isabetli olmadığı gibi, mutlak olarak elatmanın önlenmesine karar verilmesi gerekirken pay oranında elatmanın önlenmesine karar verilmesi de doğru değildir…” şeklinde karar vermiştir.
Yine Kat Mülkiyeti Yasasının 19.maddesi hükmüne göre kat maliklerinden biri, bütün kat maliklerinin rızası olmadıkça, ana taşınmazın ortak yerlerinde inşaat, onarım ve tesisler yaptıramaz. Yine aynı yasanın 18.maddesi hükmüne göre ise kat malikleri, gerek bağımsız bölümlerini, gerek eklentileri ve ortak yerleri kullanırken birbirlerini rahatsız etmemekle yükümlü olup kiracılarda kat malikleriyle birlikte sorumludurlar.
KISA ÜÇ AYRI MEVZUAT GEREĞİNCE VERİLEN ARA KARARI HUKUK KURALLARI İLE ÇELİŞMEKTEDİR. TARAFIMIZ KİMSEDEN MUVAFAKAT ALMAYACAKTIR. ÇOK ACELE DOSYANIN EK RAPOR İÇİN ÖNCEKİ İTİRAZLARIMIZ DEĞERLENDİRİLMEK ÜZERE BİLİRKİŞİ HEYETİNE VERİLMESİNİ TALEP EDİYORUZ.
Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmelerinde ise nama ifaya izin davasında tek bir arsa hissedarı, paydaşı dahi dava açabilir. 6098 sayılı TBK’nun 113. (818 sayılı BK. md. 97) maddesine dayalı Nama ifaya izin istemine ilişkindir. Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinde, Nama ifaya izin talebinin tüm arsa sahiplerince talep edilmesine gerek bulunmamaktadır. Bu konudaki Yargıtay 23. Hukuk Dairesi’nin 2014/6214 Esas. , 2015/7306 Karar Sayılı Kararlarını yukarda sunulmuştur. Bu kararda “…Bu itibarla, paylı taşınmazlarda, uyuşmazlığın mahiyeti gerektirmedikçe herhangi bir paydaş arsa sahibinin Nama ifaya izin talep etmemesi zorunlu dava arkadaşıymış gibi değerlendirilerek bu sebeple davanın usulden reddi doğru olmamıştır….” denilmiştir.
Buraya kadar itirazımızı özetlersek; işgal edilen alan değeri fahiş derecede düşük yazılmıştır. Bir paydaş tüm işgali ve tecavüzü kaldırmak için dava açabilir. Harç ise tüm tecavüz edilen alan değeridir.
Ecri misil ise arsa payı oranında istenebilir. Kira elde edilen yerler için ise intifadan men koşulu gerekmez. EK.2’de sunulan T.C., YARGITAY, 3. HUKUK DAİRESİ E. 2004/3137, K. 2004/2884 Sayılı Kararlarında bu konu vurgulanmıştır. Tüm konularda birer adet karar eklenmektedir. Ancak binlerce mevcuttur.
İLAVE OLARAK BİLİRKİŞİ İMALAT SIRASINDA DİYE FİYAT YAZMADAN RAPOR DÜZENLEYEMEZ. BU DENETİME ELVERİŞLİ DEĞİLDİR. BU TÜR RAPORA DAYALI KARARLAR YARGITAY TARAFINDAN BOZULMAKTADIR. Bilirkişi nesnel durumu yazsa yeterlidir. İmalatları fiyatlandırsa, kimi değerleri denetime uygun ve özellikle piyasadan kaynak gösterse daha yerinde olacaktır. Ki zaten bunlara itiraz ediyoruz. Davacı tasdikli projeye göre nama ifaya izin ve gerekli paranın da avans olarak kendisine verilmesini, kayıplarını istemektedir. Davacı proje değişikliğine onay vermemektedir. Kanuna aykırı işlem yapmak için Mahkemeler zorlanamaz. Davacı hiç bir değişikliğe onay vermemektedir. Projeye aykırılık istememektedir. Kaldı ki, imar durumu da inşaat alanı büyütmeye elverişli değildir. Bir an için elverişli dahi olsa idi. Davacının kabulü mümkün de değildi. Bir başka husus proje değişince ortak alan niçin müteahhide verilsin? Bu bile düşünülmemiştir. Yani üç noktadan da proje değişikliği söz konusu olamaz. Davacının bunu istemesi söz konusu da değildir. Kanuna aykırı bir işlem de yapılamaz.
TMK. 692. Madde “..Paylı malın özgülendiği amacın değiştirilmesi, korumanın veya olağan şekilde kullanmanın gerekli kıldığı ölçüyü aşan yapı işlerine girişilmesi veya paylı malın tamamı üzerinde tasarruf işlemlerinin yapılması, oybirliğiyle aksi kararlaştırılmış olmadıkça, bütün paydaşların kabulüne bağlıdır.Paylar üzerinde taşınmaz rehni veya taşınmaz yükü kurulmuşsa, paydaşlar malın tamamını benzer haklarla kayıtlayamazlar.” İŞTE BU MADDE DAVACININ PROJEYE AYKIRI İMALAT İSTEMEDİĞİNİ KANITLAMAKTADIR. DAVACI MU MADDEYE KENDİSİ BİLE DAYANIRKEN, DAVACININ ÖNEMLİ DEĞİŞİKLİK İSTEDİĞİ, DAVA DİLEKÇESİNİN HİÇ BİR YERİNDE YAZILI DA DEĞİLDİR. DAVACI PROJE DIŞI BİR ÇİVİ ÇAKILMASINI İSTEMEMEKTE, İSKAN ALMAK İSTEMEKTE, EKSİKLİKLERİ YAPMAK İSTEMEKTE, TECAVÜZÜ ÖNLEMEK İSTEMEKTEDİR. ÇOK ACELE, RAPORUN DURUŞMAYA YETİŞMESİ İÇİN DOSYANIN BİLİRKİŞİYE VERİLMESİNİ ARZ EDERİZ.
Saygılarımızla, 15/06/2017
Davacı Vekilleri………………………………