Mahkemelerin Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı
A. GİRİŞ
İnsanların mutlu bir şekilde yaşamalarının, toplum olarak mesut ve bahtiyar olabilmelerinin en önemli unsurunu “özgürlük”, “bağımsızlık” ve “güvenlik” teşkil eder. Onurlu bir insanın öncelikle arzulayacağı husus doğuştan sahip olduğu temel hak ve özgürlüklerin korunması, geliştirilmesidir. Temel hak ve özgürlüklerin en belirgin olanları; yaşam hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü, teşebbüs özgürlüğü, özel yaşamın gizliliği hakkı, ekonomik haklar ve özgürlük, seçme ve seçilme hakkı gibi daha yüzlerce yeni nesil haklar olarakta “ekosistem(in) hakkı”, “gelecek (doğmamış) nesillerin hakkı” ve “kent(in) hakkı” gibi temel hak ve özgürlükler sayılabilir.
İnsanlar doğuştan eşit bireyler olarak doğarlar ve zaman içinde meslek, statü, konum farkları bulunsa da eşittirler. Hiçbir birey kendisinde olağanüstü sıfatlar olduğunu, üstün olduğunu, diğer insanların kul veya köle olduğunu hangi konum veya mevkide olsa da iddia edemez, kısaca bireyler eşittir, kimse “vazgeçilemez” değildir. Bu durum T.C.Anayasası’nın 10. Maddesinde de ifade edilmiştir. Şu şekilde; “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” Maddenin 4. ve 5. fıkraları da şöyledir: “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
İnsanların ve toplumun özgürlük ve adalet içinde yaşamaları için, bu güvencelerin sağlandığı ve hayata geçirildiği kurallar ve kurumların varlığı gereklidir. Bu kurum ve kuralların varlığı, hukukun üstünlüğü inancına ve “hukuk devleti” anlayışına bağlı kalmakla ortaya çıkar. Buradan hukuk devleti tanımına bakarsak; “Hukuk devleti” insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her eylem ve işlemi hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa’nın bulunduğu bilincinde olan devlettir.
İnsanların mutluluğu, refahı ve zenginliği için hukuk devletini tüm kuralları ve kurumları ile hayata geçirmek esas olmalıdır. “Özgürlük ve adalet” hukuk devleti ile sağlanabilmektedir. Halk dilinde şöyle bir söylem de vardır: “İnsana dayanma ölür, ağaca dayanma kurur, duvara dayanma yıkılır”. Ancak, “hukukun üstünlüğüne sağlamak ve dayanmak yeterli olmaktadır. Adaletin bir gün herkese lazım olabileceği genel görüşü ile de ortak değer, hukuk ve adaleti üstün tutmak herkesin menfaatinedir. Hukuk Devleti uzun dönemde tüm bireylerin menfaatinedir. Hukuk devletinde “rekabette hile olmaz”, “ihaleye fesat karıştırılmaz”, hukuk devletinde “hak edene hakkı teslim edilir”.
Halkın, toplumun ve insanların, mutluluğu, refahı ve zenginliği için herhangi bir partiye, gruba, ideolojik yapılanmalara veya kişilere bağlılık önemli değildir. Önemli olan “hukuk devleti”ne bağlılıktır. iktidar, muhalefet, ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel yapılanmalardan nereden gelir ise gelsin, “hukuk devleti” ve hukukun üstünlüğü noktasında birleşmek, hayata geçirmek esas olmalıdır. Çünkü hukukun üstünlüğü bugün ve gelecekte, toplumsal barışın, huzurun, adaletin ve refahın kaynağıdır.
B.) HUKUK DEVLETİ VE ADİL YARGILANMA HAKKI
Hukuk Devleti; her eylem ve işlemi hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan devletti. Yine hukuk devletinin önemli özelliklerinden bazıları da, “adil yargılanma hakkı”, “yargı bağımsızlığı”, “idarenin her türlü eylem ve işleminin yargı denetimine tabi olması”, “tabii hakim ilkesi” gibi ilkeler sayılabilir.
Adil yargılanma ilkesi, milletlerarası geçerliliği ve taraflar için bağlayıcı kurallar olarak ilk kez Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer almıştır. Sözleşme; 4 Kasım 1950’de Roma’da imzalanan ve 3 Eylül 1953’te yürürlüğe giren “İnsan Hakları ve Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi (AİHS)”dir. Türkiye ise bu sözleşmeyi 1954 yılında imzalamıştır. 1987 yılında da bireysel başvuru hakkını tanımıştır. Mahkemenin zorunlu yargı yetkisini ise 28 Ocak 1990’da kabul etmiştir.
Adil yargılanma hakkı ise, sözleşmenin 6. Maddesinde; “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir.” İfadeleri yer almıştır.
T.C. Anayasası’nın 36. Maddesinde de; “Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” ifadeleri yer alarak adil yargılanma hakkı vurgulanmıştır.
AİHM, Mahkemeyi, yasayla kurulan, yürütme organı ve taraflar önünde bağımsız ve tarafsız, yargılama usulü güvencesine sahip bir makam olarak tanımlamaktadır.
T.C. Anayasası’nın 138. Maddesi yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını ortaya koymaktadır. Şöyle: “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez…”
Anayasa Mahkemesi, 27.4.1993 tarihli, 1992/37 Esas, 1993/18.Karar şeklindeki kararında; “Hâkimlik teminatı, hâkimlere tanınan bir ayrıcalık değil, toplum için kabul edilen ve hâkimlerin görevlerini tam bir güven ve tarafsızlık içinde yapabilmelerini sağlayan bir kurumdur. Burada söz konusu olan, hâkimin kişisel yararı olmayıp, kamunun yararıdır. Hâkimlik teminatının amacı, hâkimlerin kişisel nüfuz ve itibarlarının yükseltilmesi ve huzurlarının sağlanmasından çok, hâkimlerin özgür ve tarafsız karar verebilmelerini sağlamak, dolayısıyla topluma, adaletin her türlü baskı ve etkiden uzak olarak dağıtıldığı hususunda güven vermektir”.
Bu karardan da anlaşıldığı gibi, T.C. Anayasasının 138. Maddesi, hakimler için bir lütuf değildir. Bu durum, verilen kararların toplum nezdinde güvenilir olması ve kabul görmesi ile birlikte hakimlerin bağımsızlığı yolu ile adaletin gerçekleşebilmesinin sağlanabilmesidir.
C.) HSK VE YÜKSEK YARGI’NIN YAPISI, ADİL YARGILANMA HAKKI İHLALİ
1.) TEREDDÜTLER
T.C. Anayasasının 153. Maddesinin son fıkrası, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” şeklindedir. Türk Medeni Kanunun 1. Maddesi ise; “Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.” Şeklindedir. Hal böyle iken, son dönemde yaşanılan ve Anayasa Mahkemesi kararını uygulayamayan bir hüküm mahkemesinin tavrı endişe yaratmış ve bu durum, anayasa ve “hukuk devleti” ihlali olarak değerlendirilmiştir.
Yine istinaf mahkemesinde muhalif bir şahsın yargılanması öncesi mahkeme heyetinin değiştirilmesi, beraat eden şahıs için, üst mahkemenin çok daha ağır ceza verilmesi için kararın bozulması gibi, kamuoyuna yansıyan hususlar, yargıya güven noktasında tereddütler uyandırmıştır.
Bunların dışında, kişiler arasındaki ihtilaflarda makul sürelerin olağanüstü aşılması, ya da yerel mahkeme kararlarının büyük bölümünün kaldırılması, bozulması durumları hukuka güvenin azalmasının konuşulur olmasına neden olmuştur.
2.) HSK OLUŞUMUNUN YARATTIĞI ENDİŞELER
Hakimler ve Savcılar Kurulu “13” üyeden oluşmaktadır. Bu kurulun başkanı Adalet Bakanı’dır ve kurulun tabii üyesi ise Adalet Bakanı yardımcısıdır. Yine Cumhurbaşkanı tarafından atanan “4” üye ile birlikte toplam “6” üye yürütme tarafından seçilmektedir.
Diğer “7” üye ise T.B.M.M. tarafından seçilmektedir. “Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi” ve Meclis çoğunluğunun da Cumhurbaşkanı’nın başkanı olan parti oluşturunca yasamanın seçtiği üyeler de bir bakıma ve dolaylı olarak “yürütme” tarafından seçilmiş olmaktadır. Bu nedenle kamuoyunda üyelerin doğrudan ve dolaylı olarak cumhurbaşkanlığı tarafından seçildiği eleştirileri yapılmaktadır.
Türkiye’deki seçim mevzuatına bakıldığında handiyse tüm partiler merkez yoklaması ile aday belirlemekte ön seçim mekanizması uygulanmamaktadır. Milletvekillerinin büyük bölümünü de iktidar partisi başkanının belirlediği bir durumda da, “parti devleti” eleştirileri gündeme gelmektedir. Bu meyanda bir çok kurum ve kuruluşlara, hatta yüksek yargıya yapılan atamalarda eski milletvekili, bakan vb. sıfatlı kişilerin bulunmasını da “parti devleti” şeklinde yorumlayanlar bulunmaktadır. Burada atama yapan veya atanan kişilerin özel nitelik ve sıfatları veya adil olup olmadıkları tartışma konusu değildir. Mesele sistemin ruhuna uygun olup olmadığıdır. Seçim yasası ile adayları, parti liderinin belirlemesi yolu ile yürürmenin, hem yasama, hem de yargıda mutlak etkili olması, hukuk devleti nitelikleri yönünden kamuoyunda ciddi eleştirilere neden olmaktadır.
Türkiye’deki tüm yargı mensuplarının ataması ve diğer işlemlerin HSK tarafından yapılıyor olması ve üyelerinin de tümünün yürütme tarafından doğrudan ve dolaylı seçilmesi “bağımsızlık” ve “tarafsızlık” ve dolayısı ile “adil yargılanma hakkı” konusunda yoğun kuşku ve eleştiri odağı olduğu izlenmektedir.
3.) HUKUK DEVLETİ BAĞLAMINDA NE YAPILMALIDIR?
a.) HSK yapısı mutlaka değiştirilmelidir. Hiç kimsenin eleştiremeyeceği, tarafsız ve bağımsız bir oluşum teşkil edilmelidir. Özellikle, nesnel kıstaslarla belirlenmiş, ehliyet ve liyakat (tecrübe, başarı, önceden verilmiş kararların onama oranı, ne miktarda –sayı olarak- karar verildiği, eserler vb) gözetilerek, nesnel kıstasları sağlayanlar arasından, yine hakimler tarafından, gerekirse bilgisayar proğramı ile seçim yapılmalıdır. Yürütme ve yasamanın seçimde etkisi yok denecek kadar az olmalıdır.
b.) A.İ.H.M. tarafından genel bir “hak ihlali” sayılmaması için HSK yapılanması değişmeli, mahkemelerce verilen olağanüstü çelişkili kararlar, mahkemelerin hak ihlalleri ve Anayasa Mahkemesi kararına uymamakla gösterilen “hukuk devleti” ihlali konusundan beklenilmeksizin işlem yapılmalıdır.
c.) Yerel mahkemelerde hakimlerinin bilgi ve donanım eksikliği ile kararlarının büyük bölümü kaldırılan veya bozulan mahkeme hakimleri için nesnel kıstaslar getirilerek, “hakim” sınıfından alınarak “idari” göreve atanmaları için mevzuat geliştirilmelidir. Davaları ”makul sürede” bitirmeyen, “Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.” Hükmüne aykırı hareket eden, önüne gelen her konuyu bilirkişiye havale eden, usulü işlemleri zamanında yapmayarak, uzun süre duruşma günü vermeyen, empati eksiği ve meslek heyecanı ve yeterli bilgi ve muhakeme başarısı olmayan hakim ve savcılar farklı görevlere alınacak mevzuat değişikliği düşünülmelidir.
d.) Anayasa Mahkemesi yapısı ve seçim usulü de değiştirilmeli, Yargıtay’a üye seçimi’nde de nesnel kıstaslar getirilerek, herkesin çok iyi seçim diyeceği objektif sonuçlar elde edilmelidir.
e.) Hakimlik ve savcılık mesleği, nesnel kıstaslarla denetlenmeli, her dava açılışından itibaren, mahkemeler yaptığı işlemleri hazırlanacak bir yazılım ile sisteme girmesinin sağlanması, görevlerini aksatan, usule uymayan, merak ve heyecan eksiği olan, eksik bilgisini tamamlamayan, empati eksiği olan ve sorumluluk almaktan çekinen, bu mesleğin kutsallığının ve yüceliğinin bilincini her daim hatırlamayan, her işi bilirkişiye havale eden, makul sürede yargılama faaliyetini bitirmeyen hakimlerin denetlenerek, başarısız ve isteksiz, sorumluluk duygusundan uzak ve taraf dilekçe ve beyanlarını hassasiyetle inceleyip dikkate almayanların idari görevlere alınmaları için çalışma geliştirilmelidir.