“Şüpheden Sanık Yararlanır” İlkesi
Meydana gelmiş ise ne şekilde ve kim tarafından meydana getirildiğini ortaya çıkarmak ve bu olayın hukuk normları karşısındaki durumunu tespit etmek amacıyla yapılmaktadır. Bu amacı gerçekleştirmeye yönelik yürütülen temel faaliyete de ispat denilmektedir. Maddi olay bakımından ispatın ölçütü, hakimin/mahkemenin şüpheyi yenerek vicdani kanaate ulaşmasıdır. Eğer bu şüphe yenilmezse ve dolayısıyla vicdani kanaate ulaşılmazsa, ihtimale, tahmine veya varsayıma dayanarak karar vermek mümkün olmadığından, şüpheden sanık yararlanır (in dubio pro reo) ilkesi devreye girmektedir.
Günümüz ceza muhakemesinde geçerli olan ispat sistemi, vicdani delil sistemidir. Temel özelliği, her şeyin delil kabul edilmesi ve delillerin de serbestçe değerlendirilmesi olan vicdani delil sistemi; mahkumiyet için tam bir inanış, başka bir deyişle suçluluk konusunda vicdani kanaat aradığından, esasen şüpheye dayalı cezalandırmayı yasaklamakta ve şüpheden sanık yararlanır ilkesine uygulama alanı yaratmaktadır
Anayasanın 38/4. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2. maddelerinde düzenlenmiş bulunan -suçsuzluk (masumiyet) karinesi-, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçsuz sayılması gerektiğini ifade etmektedir. Bu karine uyarınca, suçsuz olduğunu varsayılan kişinin suçlu kabul edilmesi için kesin hükümle mahkum olması, mahkumiyet için de fiilin ispatlanması, yani şüphenin bertaraf edilmesi gerektiğinden, şüpheden sanık yararlanır ilkesi suçsuzluk karinesinin bir uzantısı ve ona koşut bir ilke olarak karşımıza çıkmaktadır.
Suçsuzluğu olasılık içinde bulunan bir kimsenin adli hataya uğratılmasını önleme esasına dayanan şüpheden sanık yararlanır ilkesi, tarihsel ve evrensel bir ilke olarak günümüz ceza muhakemesi hukukunun değişmezleri ve vazgeçilmezleri arasındadır. Uygulama alanı gittikçe genişleme eğilimindedir ve yargısal kararlarda da daha sık vurgulanır olmuştur.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, ispat faaliyeti ve bu bağlamda ispat için ölçüt olan vicdani kanaat, vicdani kanaat için de şüphenin yenilmesi zorunluluğu ve çağdaş hukukta gerek öğreti ve gerekse Yargıtay kararları ile öne çıkmıştır. Şüpheden sanık yararlanır ilkesi ceza yargılamasına hakim olan temel “evrensel ilkeler”dendir.
Şüpheden sanık yararlanır (in dubio pro reo) ilkesi, ceza muhakemesinde ispat konusunda bir husus kesin olarak aydınlatılamadığında sanık lehine sonuç çıkarılması ve karar verilmesi gerektiğini ifade eden ilkedir.[ Ercan, İsmail, “Ceza Muhakemesi Hukuku”, İstanbul 2016, s.10.]
Şüpheden sanık yararlanır ilkesinin kabul edilmesinin nedeni, suçluluğu sabit oluncaya kadar sanığın suçsuz sayılması ve bir suçlunun cezasız kalmasının bir masumun mahkûm olmasına tercih edilmesidir.[KUNTER/YENİSEY/NUHOĞLU: Ceza Muhakemesi (2008), s.627; ÖZTÜRK/ERDEM: Muhakeme (2007), s.179.] Bunun temelinde, hakkında şüpheye itibar edilerek bir masumun cezalandırılmasının, bir suçlunun beraat ettirilmesinden daha çok adalet duygusunu inciteceği ve toplum düzenine zarar vereceği düşüncesi yatmaktadır.[Turhan Tufan YÜCE: “İn Dubio Pro Reo Kaidesi”, Adalet Dergisi, Sayı12, 1962, s.1210 [Aktaran: İsmail ERCAN: “Ceza Muhakemesi Hukuku” İstanbul 2016, s.11.]] Masum insanlara ceza veren bir hukuk sistemine insanların güveni kalmamaktadır. Aynı zamanda yanlış verilen bir hükmün infaz edilmesi halinde geri dönüşü olmayacağı için, mahkûmiyet hükmü verilebilmesi, ancak kişinin suçlu olduğu hususunda en ufak bir şüphenin dahi bulunmamasına bağlıdır. Şüpheden sanık yararlanır ilkesinin temelini bu düşünceler oluşturmaktadır.
Yargıtay Kararlarında Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi: Sanık hakkında mahkûmiyet kararı verilebilmesi için, suçun sanık tarafından işlendiğinin yüzde yüz belliliğe ulaşması gerekir. Suçun başkası tarafından işlenebileceği veya sanığın suçsuz olduğunu gösteren en ufak bir şüphe dahi sanık lehine yorumlanacak ve sanık hakkında şüpheden sanık yararlanır ilkesi uygulanarak beraat kararı verilecektir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2017/723 E. 2018/562 K. sayılı kararlarında; “…Bilindiği üzere; ‘…Ceza muhakemesi hukukunun temel prensiplerinden birisi de şüpheden sanığın yararlanacağı ilkesidir. Her hukuk devletinde kabul edilen ve masumluk karinesi ile sıkı bir ilgisi olan bu ilkeye göre, yapılan ceza muhakemesi sonunda fiilin sanık tarafından işlendiği, yüzde yüz belliliğe ulaşmadığı takdirde beraat kararı verilecektir.” Görüldüğü üzere Ceza Genel Kurulu, sanığın cezalandırılabilmesi için yüzde yüzlük bir bellilik oranı aramaktadır.
Sanığın cezalandırılmasının temel koşulu, suçun şüpheye yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesidir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2011/6-126 E. 2011/171 K. “Gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı göz ardı edilerek ulaşılan olası kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına gelir. O halde ceza yargılamasında mahkûmiyet, büyük veya küçük bir olasılığa değil, her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır. Adli hataların önüne geçilebilmesinin başka bir yolu da bulunmamaktadır.”
Görüldüğü üzere Yargıtay Ceza Genel Kurulu şüpheden sanık yararlanır ilkesi ile ilgili muhtelif kararlar vermiştir. Genel hatları ile söz konusu ilkeyi açıklamış ve hukuki zemine oturtmuştur. İlk derece mahkemelerine yol gösterici olan bu kararların ne kadar uygulandığı konusu “iş bu davada ortaya çıktığı üzere” tartışmalıdır.
Suçsuzluk karinesi, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçsuz sayılması gerektiğini ifade etmektedir. (AY m.38, AİHS m.6/2). Suçsuzluk karinesi, şüpheden sanık yararlanır ilkesinin pozitif hukuktaki temelini oluşturmaktadır.[Sulhi DÖNMEZLER: “Suçsuzluk Karinesi Üzerine Düşünceler”, Nurullah Kunter’e Armağan, İstanbul:1999, s.67-68.] Suçsuzluk karinesine göre bir kimse, suçlu olduğuna ilişkin şüphe tamamen yenilmez ise bundan yararlanmalı ve beraat etmelidir.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesinin hukuki zemini Anayasa m.38 ve AİHS m.6/2’dir. Suçsuzluk karinesine göre kişi suçsuz olarak kabul edilecek ve yargılamaya buradan başlanılacaktır. En baştan suçsuz olarak kabul edilen sanık hakkında lehine ve aleyhine olan delillerin hepsi dosyaya eklenecek ve ondan sonra değerlendirme yapılacaktır. Suçlu olduğunun yüzde yüz anlaşılamaması veya hakkında suçsuz olduğunu gösterir en ufak bir kuşkunun bulunması durumunda sanık beraat etmelidir.
Ceza yargılamasında sanık, suçluluğu ispatlanıncaya kadar suçsuz sayılacaksa da, bu onun hakkında mahkûmiyete kadar hiçbir şey yapılamayacağı anlamına gelmemektedir. Zira sanık, henüz suçlu değilse de, şüpheli olması nedeniyle masum da değildir. Bu nedenle, sanıklar hakkında bir takım yargılama önlemlerini almak, belli sınırlar içinde kalmak kaydıyla suçsuzluk karinesini ihlal etmez.[İlhan ÜZÜLMEZ:” TÜRK HUKUKUNDA SUÇSUZLUK KARİNESİ VE SONUÇLARI”, TBB Dergisi, sayı:58,2005, s.71.] Tutuklama tedbirine başvurulması bunun en güzel örneğidir (bu tedbirin de ölçülü olması zorunludur).
Sanık hakkında her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilmeden, sanığın suçu yüzde yüz belliliğe varacak şekilde işlediği tespit olunmadan sanığa ceza verilmemesi gerekmektedir.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesinin temel olarak -sanığın suçu işlediğinin kesin olarak ispat edilememesi nedeniyle- hâkim tarafından beraat kararı verilmesi aşamasında uygulandığı kabul edilmektedir. Ayrıca doktrinde, sanığın ancak ispat edilen hususlardan sorumlu olabileceği, dolayısıyla şüpheden sanık yararlanır ilkesinin sadece beraat kararına değil, bir bütün olarak ceza sorumluluğuna ilişkin olduğu ileri sürülmektedir[ Gedik, Doğan: Ceza Muhakemesinde İspat ve Şüphenin Sanık Lehine Yorumlanması, Genişletilmiş ve Gözden Geçirilmiş 3. Baskı, Ankara 2018, s. 420-421.
]. Bu doğrultuda ilkenin manevi unsur, ağırlaştırıcı veya hafifletici nedenler, hukuka uygunluk sebepleri, haksız tahrik, sanığın veya mağdurun yaşı gibi hâllerde şüphe bulunması durumunda da uygulanacağı kabul edilmektedir[ Feyzioğlu, Metin: Ceza Muhakemesinde Vicdani Kanaat, Ankara 2002, s. 194-195; Yıldız, Ali Kemal: Ceza Muhakemesinde İspat ve Delillerin Değerlendirilmesi, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 2002, s. 228; Gedik, s. 420-421].
Örnek olarak, bir olayda deliller suçun işlendiğini kesin olarak göstermekle birlikte, olayda ağırlaştırıcı veya hafifletici nedenlerin varlığı konusunda oluşan şüphe giderilemiyorsa, bu durum sanık lehine yorumlanacak ve ağırlaştırıcı nedenlerin değil, hafifletici nedenlerin gerçekleştiği kabul edilerek buna göre hüküm verilecektir[Toroslu, Nevzat / Feyzioğlu, Metin: Ceza Muhakemesi Hukuku, 16. Baskı, Ankara 2016, s. 177; Gedik, s. 420.].
Kanaatimizce de, olayımıza uygulanması esas olmakla birlikte, ilkenin kaynağını oluşturan hukuk devleti ilkesi ve suçsuzluk karinesi ile suçsuz kişilerin cezalandırılmaması yönündeki toplumsal yarar dikkate alındığında, bu ilkenin sadece beraat kararı verilmesi gerektiren hâllerle sınırlı tutulmayarak daha geniş kapsamlı değerlendirilmesi ve ceza sorumluluğuna ilişkin tüm alanlarda uygulanması yerinde olacaktır.
Ceza muhakemesinde şüpheden sanık yararlanır ilkesinin uygulanabilmesi için, öncelikle delil değerlendirme aşamasının tamamlanmış olması gerekmektedir. CMK’nin 217. maddesi uyarınca, hâkim, vereceği kararı ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış olan delillere dayandırabileceğinden, maddi gerçeğe ulaşma amacına uygun olarak tüm araştırmaların tamamlandığı ve yeni delil elde edilmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmalıdır. Yargıtay kararlarında da vurgulandığı üzere, delil araştırması ve değerlendirmesi aşamaları tamamlanmadan hüküm verilmesi hukuka aykırı olacağından; -ulaşılma imkânı bulunan- bütün delillerin toplanması, gerekirse mevcut delillerle ilgili bilirkişi incelemesi yapılması ve bu aşamadan sonra tartışılacak, değerlendirilecek başka bir delilin kalmaması gerekmektedir[Yıldız, s. 227; Doğan, Koray: Ceza Muhakemesinde Belirsizlik Kuşkudan Sanık Yararlanır İlkesi, Güncellenmiş 2. Baskı, Ankara 2018, s. 170-171.]. Bir diğer önem teşkil eden husus ise, şüpheden sanık yararlanır ilkesinin uygulanabilmesi için elde edilen hukuka aykırı delillerin yargılama dışında bırakılmasıdır. Nitekim bu delillerin dosyadan çıkarılması sonucu, elde kalan diğer deliller mahkûmiyet kararı için gerekli kanaatin oluşmasını sağlamıyorsa fail yönünden şüpheden sanık yararlanır ilkesinin uygulanması mümkün hâle gelecektir.
Söz konusu ilkenin uygulanabilmesi için maddi gerçeğin ortaya çıkarılma amacına uygun şekilde ulaşılma ihtimali olan gerekli tüm delillerin toplanması, tartışılması ve değerlendirilmesi sonucunda belirsiz kalmış vakıaların varlığı aranmaktadır. Bu doğrultuda, bu vakıaların niteliği de önem teşkil etmekte olup somut olayda suçun unsurlarıyla ilgili olan, olayın gerçekleşme şekline ilişkin ve hükme etki edebilecek türden vakıalar yönünden ortada bir belirsizlik bulunması gerekmektedir. Doktrinde belirsizlik kavramı ise “… hüküm açısından önemli bir vakıanın varlık veya yokluğunun mevcut deliller ışığında sübut bulmamış olması” şeklinde tanımlanmaktadır.
Delillerin serbestçe değerlendirilmesi sonucunda, vakıalar hakkında ortaya çıkan belirsizliğin giderilememesi, bir diğer söyleyişle, sanık hakkında hüküm verebilmek için tüm şüphelerin yenilememesi hâlinde, hukuk devleti ilkesi ile suçsuzluk karinesi gereğince yargılamanın sürüncemede bırakılmaması ve sanığın hukuksal statüsünde negatif bir değişiklik yaratılmaması amacıyla şüpheden sanık yararlanır ilkesine başvurulması gerekecektir.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesinin uygulanmasına ilişkin koşullar bir bütün olarak değerlendirildiğinde, usulüne uygun yürütülen bir ceza yargılamasında tüm aşamalar tamamlandıktan sonra hüküm verilirken söz konusu ilkeye başvurulduğundan -isabetli olarak- bu ilkenin bir hüküm verme kuralı olduğu açıktır.
Suçun yüzde yüz belli olması yanında, cezada artırım, ya da indirim yönlerinden dahi bu ilke uygulanmaktadır.