Hiçbir delil, bilgi ve belge olmadan yapılan bir ceza yargılamasının dramını anlatmıştım. Yazıda genç bir mühendisten bahsetmiştim. Bu gençin yaşadıkları, adaletin sancılı yolculuğunu birebir yaşayan birinin hikayesini taşıyordu. Herhangi bir kanıta dayanmayan, sadece bir şikayetin ardından yapılan aramada iki dolar çıkması nedeniyle başlatılan bir ceza yargılaması, genç bir mühendisin hayatını darmadağın etmişti. Tutuksuz yargılama hakkının yok sayıldığı bu trajedide, adaletin nasıl çarpıtıldığını ve bir gencin 11 ayını nasıl çaldığını gözler önüne seriliyordu.
İstanbul’da eğitim gören genç, üniversite hayatını başarıyla tamamladıktan sonra Ukrayna’ya keyif amaçlı bir seyahate çıkar. Ancak dönüşünde, ailesinin yaşadığı küçük bir Anadolu ilçesinde, asılsız bir ihbar sonucu tutuklanır. Üzerinde bulunan iki adet A serisi 1 Dolar ve Ukrayna parası, adeta hayatının en büyük kabusunu başlatır.
Mühendislik hayatı boyunca hiçbir suça bulaşmamış, tertemiz bir genç, silahlı terör örgütüne üye olmakla haksız yere suçlanır. İşte o an, kâbus başlar. 11 ay boyunca cezaevinin soğuk duvarları arasında kalan genç, özgürlüğünden mahrum edilir. Her gün, masumiyetini ispatlamaya çalışırken, adaletin çarkları altında adeta ezilir.
Nihayetinde, beraat kararı çıkar. Ancak bu karar, geri dönüşü olmayan 11 aylık kayıp zamanı telafi edemez. Adalet, geç kalmış bir tren gibidir ve bu genç için çoktan kaçmıştır. Hayatının en verimli dönemi, cezaevi duvarlarının ardında yok olmuştur.
Bu yaşanmışlık, adaletin ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor. Tutuksuz yargılama ilkesinin yok sayılması, masumiyet karinesinin çiğnenmesi, bir gencin hayatının nasıl paramparça edildiğinin bir göstergesidir. Her ne kadar beraat etmiş olsa da, yaşadığı travma ve kayıp, geri getirilemez. Bu dramatik olay, adaletin ne kadar kusurlu olduğunu gösteriyor ve üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir gerçeği ortaya koyuyor: Kanunsuz suç ve ceza olmamalıdır.