Bugün size aktaracağım bire bir yaşanmış bir konu, ki, yaklaşık on beş yıl öncesinde yakinen tanıklık ettiğim bir olaydır. Yakın bir dostumun yaşadıkları ve benim de tanık olduğum bir dava serüveni şöyle gelişmişti:
Dostum, önemli bir dava üstlenmişti ve delillerin lehlerine olduğuna inanıyordu, bu nedenle kazanacaklarına emindi. Dava yaklaşık olarak İki Milyon ABD doları değerindeydi. Ancak duruşmalar beklenenden daha uzun sürdü.
Dostum, mahkeme hakiminin aleyhlerine bir karar vereceğini düşünerek bana geldi. Dostum oldukça deneyimliydi ve hisleri çok güçlüydü. Tutanağa geçen ifadelerden neredeyse hakimin düşüncesini anlayabilirdi. Kaybetmek istemiyordu ve “hakimin reddi” talebinde bulunacağını söyledi. Ben şaşırdım ve gerekçesini sordum. Bazı gerekçeler sundu, ancak asıl amacının dava sürecini uzatmak olduğunu fark ettim. Bunun üzerine tekrar sordum, “Davayı uzattın ama sonuç değişecek mi?” diye. O zaman “Hakim değişebilir, tayini çıkabilir, belki emekli olur” dedi. Gerçekten de reddi hakim talebinde bulundu ve talebi reddedildi. Bu kararı temyiz etti, ancak dosya neredeyse iki yıl boyunca Yargıtay’da bekledi ve beklenildiği gibi dostumun temyiz talebi reddedildi.
Ancak ilginç bir şey oldu, dosya mahkemeye ulaşmadan önce hakim vefat etti. Dostum vefata çok üzülmüştü… Tabii ki vefat olayının davayla hiçbir ilgisi yoktu, etkisi de yoktu. Ancak davanın lehe ve aleyhe bitmesinin bir vefat ile mukayesesini düşünmek bile abesti, “onlarca dava kaybedilse de keşke bir kişi hayatını kaybetmeseydi” dedi dostum. Yeni gelen hakim, dostumun isteğine uygun bir karar verdi. Ancak bu karar da Yargıtay’dan bozularak geldi. Ki, bundan sonraki aşamalar kolay tahmin edilebilecek gibi kesinlikle değildi…