İslamofobi, kelime anlamı olarak “İslam korkusu” demektir. İslam dinine ya da Müslümanlara karşı duyulan nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve kin besleme anlamına gelir.
Etrafınızın radikal teröristlerce çevrildiği, psikopat ve sosyopatlar ile kuşatıldığınızda ne hissedersiniz? Şiddetli bir korku hissedersiniz.
Eğer İslam dinini, Müslüman olmayan erkeklerin öldürüleceği, çocukların köle yapılacağı, kadınların da cariye yapılacağı, özgürlüklerin kısıtlanacağı bir din olarak tanıtırsanız, İslamofobi kaçınılmazdır. Doğaldır ve kimi İslami alim ve ekollerin de bu düşünceyi savunduğu bir realitedir (şu an dahi kimi radikal yapıların yoğun eylem ve davranışları da caridir). Bununla birlikte, kötü örneklik, trafikte veya sosyal hayatta kurallara saygısızlık, kamu düzenini ve kamu güvenliğini ihlal edebilecek kuralsızlıklar da İslamofobi oluşturabilir.
Ancak, tabiri yerinde ise, “kurunun yanında yaş da yanmamalı”, konu genelleştirilmemeli ve suç ve cezanın şahsiliği prensibi unutulmadan temel insan hakları ihlallerine de müsamaha gösterilmemelidir. Kötü niyetli İslamofobi yaymak, toplumların barışını, güvenliğini ve refahını tehdit edebilir ve ciddi sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle, hoşgörü, anlayış ve insan hakları temelinde bir yaklaşım benimsemek çok önemlidir. İslamofobi yaymak radikalleşme ve terörizmin artmasına katkıda bulunabilir.
Kimi olumsuzlukların İslam’ın temel kaynaklarının farklı yorumlarından kaynaklandığını ifade edebiliriz.
Örneğin, Bakara Suresi 256. Ayeti, “Dinde zorlama yoktur” cümlesiyle başlar. Bu cümle, dinin kabulü için zorlamaya veya savaşa izin verilmediğini açıkça gösterir.
Kehf Suresi 29. Ayetindeki, “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” cümlesiyle olağanüstü bir gerçeklik ortaya konulur.
Bakara Sûresi 272. Ayet, “Onları doğru yola iletmek sana ait değildir. Lâkin Allah dilediğini doğru yola iletir.”
Muntehine Suresi 8. Ayette, “Allah, din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten ve onlara karşı adil davranmaktan sizi yasaklamaz. Şübhesiz ki Allah, adil olanları sever.”
Kafirun Suresi 6. Ayette, “Sizin dininiz size, benim dinim banadır.”
Bu ayetlerde ifade edilenler İslam korkusuna neden olabilir mi? Elbette hayır. Tam tersine güvenlik sağlar.
Ancak, kimi ulema ve mezhep önderleri, Bakara Suresinin 193. Ayetindeki, “Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın” ayeti ve Fetih Suresi 16. Ayetteki, “Bedevilerden geri kalmış olanlara de ki: “güçlü kuvvetli bir millete karşı, onlar Müslüman olana kadar savaşmaya çağrılacaksanız. Tevbe Suresi 123. Ayet, “Ey iman edenler! Kâfirlerden size yakın olanlarla savaşın. Sizde bir sertlik bulsunlar.” Tevbe 29. Ayet,”Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah’ın haram ettiğini haram saymayan ve hak dini din edinmeyenlerle, onlar kendi elleriyle cizye verip de küçük düşünceye kadar savaşın.” bu ayet ve hadislerini öne çıkararak, “dinde zorlama yoktur” hükmünün kaldırıldığını iddia ederler. Örneğin, Şafi ve Hanbeli ekolleri sadece kendilerine kitap indirilenlerden cizye alınmak suretiyle savaşılmayacağını, bunun dışındakilerle savaşılacağını ve “dinde zorlama hükmünün kalktığını” ileri sürerler. Hanefi ekolü ise bu kısmı oldukça daraltır.
Ancak, başka İslam uleması “dinde zorlama olmaz” hükmünün geçerli olduğunu ifade ederler. Örneğin El-Evzai ve Malik b. Enes bu doğrultuda görüş ifade etmiş ve delillendirmişlerdir. Bu ulema, Müslüman olmayan herkesin zımmi statüsünde olması hususunu ifade etmişlerdir ( Altıntaş, 2012:44, 45,72).
Bu hususta, El-Maide 8. Ayet, “Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır.”
Enam 108. Ayet, “Allah’tan başka taptıkları hakkında kötü konuşmayın ki, onlar da haddi aşarak bilgisizce Allah hakkında kötü sözler söylemeye kalkışmasınlar.”
Kehf Suresi 29. Ayet, “Hak Rabbinizdendir. Artık isteyen inansın, isteyen inkar etsin.”
Bakara Sûresi(2) 272. Ayet “Onları doğru yola iletmek sana ait değildir. Lâkin Allah dilediğini doğru yola iletir.”
Yunus 99, “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?”
Bu ayetler de göstermektedir ki, İslam dininin özü barıştır, hiçbir insana Allah’ın isterse yapabileceği şeyler hususunda izin, yetki ve emir verilmemiştir. Bu bakımdan da doğru bilginin aktarılması, öncelikle kötü algıyı ortadan kaldıracaktır. Diğer yandan, daha etkili olan iyi örneklik olacaktır. Bilindiği gibi, “nasihatın yolu uzun, örneğin yolu kısadır”, “kısa olan yol en doğrusudur”, “az laf çok iş” prensipleridir. Nasihat ise kişinin kendi deneyimlerinden kaynaklanan samimi bir öneri olduğunda ancak yerinde olacaktır. “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/ Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.” Ziya Paşa bu beytinde ifade ettiği gibi iyi örneklik ise esas olandır.