Dün (15 Mayıs) itibarıyla Tüik tarafından işsizlik verileri açıklandı. Buna göre genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı 4,7 puanlık artış ile %23,3 olduğu açıklandı. Kabaca her dört gençten birisi işsiz.
İşsizlik sadece ekonomik bir olgu olarak elbette değildir. İşsizlik aynı zamanda önemli sosyal problemlerin de başlarında gelmektedir. Bu açıdan sosyolojik ve psikolojik derin analizlerin yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. İşsizlik sadece bir gelir elde etmeme değil, hayat standartlarında düşme nedeniyle öfke, toplumdan soyutlanma, içe kapanma, aile içi huzursuzluk, çatışma, kimi boşanma ve kötü alışkanlıklar ile suça da bulaşma vakıaları işsizlikle beraber artmaktadır. İşsizliğin diğer sonuçları özgüven eksikliğinin kronikleşmesi ve intihara dahi sürüklenme eğilimidir.
İşsiz kavramını, Uluslararası Çalışma Örgütü; “Çalışmaya hazır olan ve herhangi bir işi olmayan ve işe başlamaya hazır olan kişi” şeklinde ifade etmektedir. İşsiz tanımına girmek için “Çalışma irade ve iktidarına sahip olup cari ve geçer bir ücret üzerinden ve ayrıca kanun yahut örf ve adetle tayin edilmiş saatler zarfında bir iş aradığı halde bulamayan” ve “maruz kaldığı durumun kendi arzu ve isteği dışında meydana gelmiş” olmasıdır şeklinde tanımlamaktadır.
Bir de gizli işsizlik vardır ki, kişi çalışıyor gözükse de varlığı veya yokluğu üretimde hiçbir değişikliğe neden olmamaktadır. Bu tanımlamadakiler de olayımızda farklı bir sakıncalı boyuttur.
Olaya baktığımızda sorunları şöyle somutlaştırabiliriz. İşsizlik, yoksulluk ve açlık ile birlikte sağlıksız beslenme sonucunu doğurmakta hastalıklı bir toplum oluşmaktadır.
İşsizlik toplumsal bir sorun olarak ortaya çıkmakta. Aileler etkilenmekte, sosyal bağ azalmakta, işsizlikle birlikte suça sürüklenme artmakta, ekonomik suçlarda artış gözlenmektedir. Özellikle mala karşı suçlar olarak; sahtecilik, dolandırıcılık, emniyeti suiistimal, hırsızlık vb suçlar artmaktadır.
İntihar vakıaları da artmaktadır. Bilindiği gibi genel istatistiklerde intiharlarda birinci sırayı hastalıklar almakta iken, ikinci sıra ailevi nedenler geçimsizlik vs. almaktadır. Genellikle işsizliğin arttığı durumlarda ise intihar vak’alarında artış gözlenmekte ve üçüncü sırayı almaktadır.
İşsizliğin önlenmesinde kimler sorumludur. Birinci sırada elbette devlettir Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 49. maddesinde “Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir” demekte ve “Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalış- mayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” Şeklindedir.
İşsizliği önlemenin ve toplumsal barışı sağlamanın dünya ölçeğinde kimi benzer çözümleri vardır. Bunlar arasında istihdam yoğunluklu yatırım ve projeler düşünülebilir. Türkiye’ye mahsus kimi durumlar da söz konusudur. Bir işçi istihdam etmenin maliyeti çok yüksektir. Asgari ücretli bir işçiye verilen paranın neredeyse yarıya yakın bir kısmı, sigorta primleri, muhtasar ödemeleri vb giderler olarak devlete ödenmektedir. Bu oran yüzde onun altına indirilmeli ve istihdam artırıcı yatırımlarda işverence ödenen prim sıfıra indirilmelidir. İşçi çalıştığı zaman kazanacak, harcayacak (KDV gibi) dolaylı vergiler ödeyecektir. İkincisi toplumsal barış ve söylem kültürü geliştirilmeli. Pragmatist anlayışa karşı durulmalıdır. Çalışmanın kutsallığı ana okulundan itibaren verilmeli, torpil gibi yüz kızartıcı davranışların nitelikli hırsızlık olduğu yine ana okulundan itibaren işlenmelidir. Haksız kazancın kanser gibi bir ur olduğu da ifade edilmelidir. En önemlisi taşradaki üniversitelerin bir işe yaramadığı dinamik nüfusun dört beş yılının heba edildiği dikkatle incelenmelidir. Üniversitelerin kamu yönetimi, iktisat, işletme gibi bölümlerinde okuyan öğrencilerin belki de yüzde birinin devlette istihdam edileceği gerçeği hesaplanarak, üretime yönelik sisteme ağırlık verilmelidir. Her şeyden önemlisi de hukuk düzenine ve dolayısı ile de kamu düzenine inanç geliştirilmeli. AB normlarının uygulanmasından taviz verilmemelidir.