Şüpheden Sanık Yararlanır
2018 yılı sonlarında Devlet Tiyatroları, “İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi”nde “12 Öfkeli” isimli oyunun prömiyerine davetliydim.
Oldukça yüksek performans sergilenen oyun aslında yaşanan bir “hukuk dersi” idi. Oyun“ Şüpheden sanık yararlanır” ilkesi temeline dayanıyordu. Suçun şüpheye yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesi gerektiği ve gerçekleşme şekli şüpheli ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddiaların sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamayacağı”, “Mahkûmiyet kararı verilebilmesi için, suçun işlendiğinin yüzde yüz belliliğe ulaşması gerektiği, suçun başkası tarafından işlenebileceği veya sanığın suçsuz olduğunu gösteren en ufak bir şüphe dahi sanık lehine yorumlanacak ve sanık hakkında şüpheden sanık yararlanır ilkesi uygulanarak beraat kararı verilmesi gerekeceği” gösterimde kanıtlanıyordu. “idam edilmesi” de neredeyse yüzde yüz olan “sanık” hakkında jüri sanığı “suçsuz” buluyordu.
Oyundan kısa bir kesit şöyle idi: Oyun; “Bir insanın “hayatı” söz konusuyken “beş” dakikada karar verebilir miyiz? Ya yanılıyorsak?” üzerine kurgulanmıştı. Oyuncuların çok başarılı olduğu oyunda, ilginç ve gerilimli sahnelere yer verilmişti. Örneğin, oyunda; bir sustalı bıçağın adeta bir şahsa saplanacakmış gibi hareket edilmesi, saldırılar, gerginlikler çok ilgi çekici, heyecanlı ve sürükleyiciydi. Oyuncular (daha doğrusu jüri) çok farklı mesleklerdendi. Örneğin, reklamcı, hasta bakıcı, mimar gibi…
Oyunun başlangıcında jüri, sanığın suçu işlediğinden öylesine emindir ki, herkes birkaç dakika içinde karar alıp, hemen ortamı terk etmek ister. Her birisinin değişik program ve etkinlikleri bulunmaktadır. Suçun, başlangıçta, ortaya konulan delillerle sübut bulduğunu düşünülmüştür. Oylamaya geçilir. Oylamada sırasıyla “11” kişi “suçlu” der. Sonuncu kişi de elini kaldırır, jürinin aralarında seçtiği başkan “evet ‘12’ kişi suçlu diyor” demişken, 12. kişi “hayır ben onu demek istemiyorum” der. Herkes şaşırır. Sonuncunun en çok kullandığı kelime “bilmiyorum” kelimesidir ve hiç konuşulmadan sanığın ölüme gönderilmesinin doğru olmadığı kanaatindedir.
Çok ciddi tartışmalar olur, kamera kayıtları, olay sırasında geçen tren, karşı camdan bakan komşu ve ‘puzzle’nın tüm parçaları bir araya gelince tüm şüphe yenilemez ve sanıkta “şüpheden sanık yararlanır ilkesi” gereği suçsuz bulunur. 12 kişilik jüriden sadece birinin suçlu veya suçsuz değil, sadece “bilmiyorum” demesi bir hayat kurtarmıştır.
Burada verilen çok önemli iki dersten birisi “masumiyet karinesi“, diğeri “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi idi. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, 2011/10-387 Esas, 2012/75 Karar Sayılı kararında şöyle denilmiştir: “Ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan ‘in dubio pro reo” yani “kuşkudan sanık yararlanır’ ilkesi uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesidir. Gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkumiyeti, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı göz ardı edilerek ulaşılan ihtimali kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına gelir. O halde ceza yargılamasında mahkumiyet, büyük veya küçük bir olasılığa değil, her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır. Adli hataların önüne geçilebilmesinin başka bir yolu da bulunmamaktadır.”
Ceza Yargılamasının amacı maddi gerçeğin, hiçbir kuşkuya yer verilmeyecek şekilde ortaya çıkarılmasıdır. “Maddi olay bakımından ispatın ölçütü, hakimin/mahkemenin şüpheyi yenerek vicdani kanaate ulaşmasıdır. Eğer bu şüphe yenilmezse ve dolayısıyla vicdani kanaate ulaşılmazsa, ihtimale, tahmine veya varsayıma dayanarak karar vermek mümkün olmadığından, şüpheden sanık yararlanır (in dubio pro reo) ilkesi devreye girmektedir” (Ceza Muhakemesinde Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi , Doğan GEDİK) .
“Masumiyet karinesi ise, suç kesinleşmediği sürece kimsenin hükümlü sıfatıyla değerlendirilemeyeceğini ifade eden, temel hukuk doktrinidir. Evrensel hukuk kurallarına göre, bir kişinin masum olduğunun kanıtlanmasına gerek yoktur; kişinin suçluluğunun kanıtlanamamış olması yeterlidir. Bunun için masumiyet karinesinin temelini, hukukta hüküm giydirmenin yalnızca iddia edilen suçların kanıtlanmasıyla mümkün olduğu gerçeği oluşturur. Bu da hüküm giymemiş kimsenin suçlu sayılamayacağı veya suçlu olarak lanse edilemeyeceği ilkesini; yani masumiyet karinesini doğurur. Masumiyet karinesi evrensel bir yargı doktrini olup; İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nde yer almaktadır
Bu ilkeleri dayanağı ise, T.C. Anayasanın 38/4. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2. Maddelerinde yer almaktadır
Sonuç olarak, bir suç işlediği iddiasıyla yargılanan kimse hakkında mahkûmiyet kararının verilebilmesi için, o kimsenin o suçu işlediğinin yüzde yüz oranında kesin olması, ispatlanmış bulunması gerekir. Bu noktadaki ‘yüzde bir’lik şüphe dahi, sanığın beraat etmesine yol açar. Basit bir suç işleme şüphesiyle başlayan ceza muhakemesi, bu şüphenin yenilmesiyle sona erecektir. Bu süreç içersinde bir çok muhakeme işlemi yapılmaktadır. Yapılan ceza muhakemesinin sonunda belliliğe, örneğin fiilin sanık tarafından işlendiğinin veya işlenmediğinin sabit olduğu sonucuna varılmaması durumunda sanığın mahkûm edilemeyeceğini ifade eden ilkeye de şüpheden sanık yararlanır ilkesi denilmektedir.
Somut birkaç örnek verecek olur isek, içeriğine ulaşılamayan telefon görüşmeleri (HTS kayıtları) delil kabul edilerek kişi özgürlüğünden mahrum bırakılabilir mi? Mümkün olmamalıdır. Aksi halde “şüphenin tek başına cezalandırma için yeterli olduğu” anlamına gelir ki, bu evrensel ilkelere ve pozitif hukuka da aykırıdır: Bir terör örgütü mensubunun sürekli kullandığı kontürlü telefondan aradığı kişi “suçlu” olabilir mi? Ardışık arama dahi olsa içerik bilinmediği bir durumda aranılan kişi “suçlu” olamaz. Yanlışlıkla aranılmış olabilir, örgüte kazandırılmak için aranılmış olabilir, beşeri münasebet gereği aranılmış olma gibi onlarca neden olabilir.
Yine açık ortamlardan alınan yazılımlarda içeriğiinde suça ulaşılamıyor ise, açık ortamlardan bilgisayar veya telefonlara yüklenilen yazılımlar da “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi kapsamında olmak durumundadır.
Bir başka husus “Hukuka aykırı delil, bir uyuşmazlığın çözülmesi amacıyla ispat aracı olarak kullanılamaz”. Bunu da şöyle açıklayalım. Yasal izin olmadan dinlenilen bir telefon görüşmesi kaydında suça ilişkin delil bulunsa dahi bu delil kullanılamaz. Ancak, yasal bir ortam dinlenmesi sırasında benzer durum vuku bulmuş olsa burada elde edilen deliller yasaldır ve konuşma içerikleri delil olarak kullanılabilir.
Modern ceza adalet sisteminin temelini oluşturan ” Delilden Sanığa Gitme” ilkesi ceza yargılamasında delil elde etmenin önemini vurgulamaktadır. Bu ilke gereği, soruşturmacının delillerden yola çıkarak sanığa ulaşması gerekmektedir. Ceza yargılamasının asıl amacı olan maddi gerçek ancak bu şekilde ortaya çıkarılabilir. Zira, ceza muhakemesinde amaç; meydana gelen somut olayla ilgili maddî gerçeğe ulaşmak ve hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde olayın delillerle ispat edilmesini sağlamaktır. Buradan çıkan neticede, öncelik “sanığın suçlu olduğunu” kanıtlamaktır. “Sanığın suçsuzluğunu kanıtlaması” değildir.